Teslisin neresini savunabilirsiniz ki? Bence tamamıyla büyük bir saçmalıktır!

İŞTE TESLİS SAVUNMAMIZ! BU YAZI BİRİLERİNE ÇOK AĞIR GELECEK!

Mesih’in Tanrılığı ve Üçlü Birlik, Hristiyan öğretişinde birbirlerinden ayrılmaz öğretişlerdir. Eğer biri, Mesih’in Tanrı olduğu hakkındaki Kutsal Kitap öğretişini kabul ederse, o zaman zaten Tanrılıkta birden fazla kişilik olduğunu kabul etmiş demektir. Bunun aksine olarak eğer Üçlü Birlik öğretişi kabul edilirse, o zaman Mesih’in Tanrı olduğu, bu öğretişin bir parçası olur. Müslümanlar’ın bu her iki öğretişi reddetmelerinin öncelikli nedeni budur, çünkü her iki öğretişten birini kabul ettikleri takdirde, bu kendileri için Tanrı’nın mutlak birliğini inkâr ettikleri anlamına gelecektir.

Müslümanlar’ın Üçlü Birlik Konusundaki
Kutsal Kitap Bilgisini Yanlış Anlamaları

Müslüman zihninde, Tanrı’nın Üçlü Birlik ile ilgili öğretişinin kabul edilmesine engel olan çeşitli engeller mevcuttur. Bu engellerden bazıları felsefidir, diğerleri ise Kutsal Kitap ile ilgilidir. Daha önce, İslam bilginlerinin Kutsal Kitap metinlerini, kendi amaçlarına uyan bir şekilde keyfi ve seçici bir şekilde nasıl kullandıklarını gözden geçirmiştik (bakınız Bölüm 10). Ancak yine de, “güvenilir” olduğunu ilan ettikleri metinler bile öğretişlerini desteklemek amacı ile ya çarpıtılmıştır ya da yanlış yorumlanmıştır. Bunlardan daha önemli olanların pek çoğu hakkında yapılan bir inceleme, bizim düşüncemize bir örnek oluşturacaktır.

Hristiyan terminolojisinin tümünde belki de hiçbir kavrama, Müslümanlar, İsa’nın “Tanrı’nın biricik oğlu” olduğu kavramına gösterdikleri kadar şiddetli bir tepki göstermezler. Bu kavram ortaya atıldığında Müslüman zihni anında tahrik olmaya başlar. Göreceğimiz gibi, gerçekten de, Müslümanlar bu kavramı, tamamen insanbiçimcilik tarzında algılarlar. Bu yanlış anlayışın temizlenmesi için Müslüman zihninin bu Üçlü Birlik kavramına açılması gerekir.

Kutsal Kitap Mesih’ten, “Baba’nın bağrında bulunan biricik Oğul” olarak söz eder (Yuhanna 1:18; 3:16). Ama yine de, Müslüman bilginler, bu kavramı, genellikle dünyevi şekilde birebir anlamı ile et ve kandan çocuklar doğuran biri olarak düşünür ve zihinlerinde yanlış yapılandırırlar. Doğurmak, onların görüşüne göre fiziksel bir eylemi ima eder. Böyle fiziksel bir eylemin saçma olduğuna inanırlar, çünkü Tanrı, bedeni olmayan bir Ruh’tur. Ünlü Müslüman savunucularından Deedat, bu konudaki düşüncelerini şöyle aktarır: “O [Tanrı] doğurmaz, çünkü doğurmak insani ve hayvani bir eylemdir. Böyle bir eylemi Tanrı’ya atfedemeyiz.” 1 İslam zihniyetine göre doğurmak, yaratmaktır ve “Tanrı, bir başka Tanrı yaratamaz... Bir başka yaratılmamışı yaratamaz.” 2 Önceden belirtilen ifadeler, Mesih’in Tanrı’nın Oğlu olduğuna ilişkin Kutsal Kitap kavramının Müslüman bilginler tarafından hangi derecede yanlış anlaşıldığını açıklarlar. Çünkü dini inançlarına sadık hiçbir Hris­tiyan bilgin “doğurdu” sözcüğünün “yapıldı” ya da “yaratıldı” sözcükleri ile eşit tutulması gerektiğine inanmaz. Dawud’un vardığı şu sonuca şaşırmamak gerekir: “Oğul’un sonsuz doğumu ya da soyu ile ilgili Hristiyan öğretişi Müslüman inancı açısından bir küfür niteliği taşır.” 3

Ancak yine de, Mesih’in sonsuz oğulluğuna gösterilen bu aşırı tepki, hem gereksiz hem de temelsizdir. Yalnızca “bağrındaki” terimi bile, Baba ile fiziksel bir soy ilişkisine değil, Baba ile özel bir ilişkiye işaret edildiğini açıklar. Kutsal Kitap’ta yer alan “İlk doğan” ifadesi gibi (Koloseliler 1:15), bu ifadenin anlamı, zaman içinde değil, derece içinde ( Ayetler 16-17) öncelik anlamına gelir. Bu terim, New International Version’unda tercüme edilmiş olduğu gibi, Tanrı’nın “tek ve Biricik Oğlu” şeklinde de çevrilebilir. Bu terim, Baba tarafından yaratılmış olmayı değil, O’nun ile olan eşsiz ilişkiyi ima eder. Nasıl yersel bir babanın ve oğlunun özel bir evlat ilişkisi var ise, aynı şekilde sonsuz Baba ve sonsuz Oğul da birbirleri ile eşsiz bir ilişkiye sahiptirler. Bu ilişki herhangi bir fiziksel soya işaret etmez, Baba’dan sonsuz bir şekilde meydana çıkma olgusunu ima eder. Nasıl Müslümanlar için Tanrı Sözü (Kuran), Tanrı ile eşit olmasa bile sonsuz bir şekilde Tanrı’dan meydana çıktı ise, Hristiyanlar için de Mesih aynı şekilde Tanrı’nın “Sözü’dür” (4:171). “Soy” ve “meydana çıkma” gibi sözcükler Mesih ile ilgili olarak Hristiyanlar tarafından dünyevi ve fiziksel bir anlamda değil, evlat ile ilgili bir ilişki türü anlamında kullanılırlar.

Mesih’in oğulluğunu yanlış anlama konusu, bazı Müslüman bilginlerin bu konuyu, Mesih’in bir bakireden doğması ile karıştırdıkları zaman, bir doruk noktasına ulaşır. Shorrosh’un söylediği gibi, pek çok Müslüman, Hristiyanlar’ın “Meryem’i bir tanrıça, İsa’yı onun oğlu ve Gücü Her Şeye Yeten Tanrı’yı Meryem’in kocası” yaptıklarına inanır.” 4 Ruhsal bir gerçeğin böylesine yanlış bir anlayış ile değerlendirilmesi sonucu, Müslümanlar’ın sonsuz Baba ve Oğul kavramını reddetmeleri aslında şaşırtıcı değildir.

Müslümanlar’daki bu anlayışın nedeni Karan’daki şu ayet olabilir: “Ey Meryem oğlu İsa! Sen mi insanlara, Allah’ı bırakarak beni ve anamı iki ilah edinin, dedin?” (5:116). Muhammed’den yüzlerce yıl önce yaşayan Hristiyanlar bile Mesih’in oğulluğu hakkındaki böylesine büyük bir yanlış anlamayı kabul etmediler ve yargıladılar. M.S. yaklaşık 306 yılında Hristiyan yazar Lactantius’un sözlerinden bir aktarma yapalım: “‘Tanrı’nın Oğlu’ sözlerinin konuşulduğunu duyan biri, zihninde asla Tanrı’nın evlilik ve bir kadın ile birleşme aracılığı ile bir doğum hasıl ettiği gibi korkunç bir kötülüğe yer vermemelidir, – bu durum yalnızca bir bedene sahip ve ölüme mahkum bir hayvan tarafından yapılabilecek bir şeydir.” Ayrıca, “Tanrı tek başına olduğu için, O kiminle bir araya gelebilir? Ya da O istediği her şeyi yapabilecek çok büyük bir güce sahip olduğu için yaratma amacı için başka birinin arkadaşlığına ihtiyaç duymadığı kesindir.” 5 Özetlenecek olursa, Müslümanlar’ın Mesih’in sonsuz oğulluğunu reddetmeleri çok ciddi bir yanlış anlamanın üzerine bina edilmiştir: Mesih için, Tanrı’nın Oğlu olmanın ne anlama geldiği hakkındaki Hristiyan kavramını algılayamazlar. “Oğul” sözcüğü, mecazi bir manada anlaşılmalıdır (Arapça dilindeki ibn sözcüğü gibi), “Oğul” sözcüğü, (Arapça dilindeki veled sözcüğü gibi) fiziksel bir anlam taşımaz.

Müslüman bilginler tarafından çok sık tahrif edilen bir başka metin, Mesih’in tanrılığını açıkça ilan eden şu büyük bölümdür: “Başlangıçta Söz vardı, Söz Tanrı ile birlikteydi ve Söz Tanrı’ydı” (Yu­hanna 1:1). Binlerce Grek el yazması belge içinde herhangi bir metin desteğine başvurmaksızın Müslüman bilginler bölümdeki son ifadeyi öyle tercüme ederler: “Ve Söz Tanrı’nındı.” Müslüman bilgin Dawud, herhangi bir teminat vermeksizin, şöyle bir beyanda bulunur, “Grek dilinde, ‘Theou’ için kullanılan iyelik zamiri, örneğin ‘Tanrı’nın’ sözcüğü kullanımda ‘Theos’ şekline tahrif edilmiştir; yani ismin yalın hali ile ‘Tanrı’ biçimine dönüştürülmüştür!” 6

Bu yapılan yanlış tercüme keyfidir ve aslında hiçbir temele sahip değildir, çünkü yaklaşık 5.700 el yazması belgede bu konu ile ilgili hiçbir kanıt mevcut değildir. Ayrıca, Yuhanna’nın Müjdesinde Mesih’in Tanrı’nın Oğlu olduğuna dair mesajı ile ilgili iddiaların defalarca sürekli olarak tekrarlandığı bu bölümler Müslümanlar’ın yanlış anlaması ile tamamen karşıtlık halindedir (Yuhanna 8:58; 10:30; 12:41; 20:28).

Tomas, İsa’yı fiziksel diriliş bedeni içinde gördükten sonra, İsa, Tomas’a inanması için meydan okuduğu zaman, Tomas, İsa’nın Tanrı olduğunu kabul etti ve bunu şu sözleri ile ilan etti: “Rabbim ve Tanrım” (Yuhanna 20:28). Pek çok Müslüman yazar, Mesih’in tanrılığı ile ilgili bu beyanı, yalnızca bir ünlem düzeyine indirerek zayıflatmaya çalışırlar; “Tanrım!” Deedat şu beyanda bulunur: “Ne? Tomas İsa’ya ‘Rabbim ve Tanrım’ olarak mı hitap etti? Hayır. Bu sözler yalnızca insanlar tarafından söylenen bir ünlemdirler.” Ve sözlerine şunu ekler: “Eğer ben Anis’e, ‘Tanrım’ deseydim, bununla Anis’in benim Tanrım olduğunu mu kastedecektim? Hayır. Bu, özel bir ifadedir.” 7

Ama yine de, bu ifadenin Tomas’ın beyanının bir yanlış anlaması olduğuna dair açık belirtiler mevcuttur. Öncelikle, Tomas’ın İsa’ya “Rabbim ve Tanrım” olarak hitabının içeriğindeki net açıklama, İsa’nın, onu, doğru bir şekilde “gördüğü” ve “inandığı” için bereketlemiş olduğudur (Yuhanna 20:29). İkincisi, Tomas’ın, Mesih’in tanrılığına ilişkin ifadesi, İsa’nın öğrencilerinin, O’nun yaptığı mucizevi belirtileri görerek O’na duydukları inancın artmasını sağlayarak, Müjdeyi doruk noktasına ulaştırır (Yuhanna 2:11; 12:37). Üçüncüsü, Tomas’ın, Mesih’in tanrılığına ilişkin ikrarı Yuhanna Müjdesinde belirtilen aynı konu ile uyum içindedir; “Ne var ki yazılanlar, İsa’nın Tanrı’nın Oğlu Mesih olduğuna iman edesiniz ve iman ederek O’nun adı ile yaşama kavuşasınız diye yazılmıştır” (Yuhanna 20:31).

Tomas’ın, Mesih’in Tanrı olduğunu ifade ederken sevinç duyduğuna dair kuşku yoktur, ama bu ifadeyi anlamsız bir duygusal fevri söyleyiş düzeyine indirmek, hem bölümün ana fikrini kaçırmak hem de İsa’nın, Tomas’ı küfrettiği (örneğin, Tanrı’nın adını boş yere kullanmak) için bereketlediğini iddia etmek ile aynı anlama gelir.

Matta 22:43 ayetinde Mezmur 110’dan alıntı yapan İsa, şöyle der: “O zaman Kutsal Ruh’taki Davud O’nu [Mesih’i] nasıl olur da ‘Rab’ olarak çağırır?” Müslüman bilgin Dawud’a göre, “ ‘Rab’ ya da ‘Adon’ sözcükleri aracılığı ile ifade ettiği Davud’un bir oğlu olamazdı, İsa kendisini bu unvanın dışında tutar.” 8

Ama yine de, bu bölümün içeriğine özenli bir şekilde bakıldığı zaman, içerikte yer alanın tam aksini açıkladığı görülecektir. İsa, kendisinden kuşkulanan ve sürekli soru soran Yahudiler’e onları bir ikilemin içine sokarak meydan okudu. Kutsal Yazılar, aynı zamanda Mesih’in Davud’un da oğlu olacağını söylediklerine göre (bu sözler 2. Samuel 7:12f ayetinde yazılıdırlar), Davud o zaman Mesih’i nasıl ‘Rab’ olarak çağırabilirdi? (Mezmur 110:1 ayetinde yaptığı gibi). Bu soruya verilecek tek yanıt, Mesih’in, Davud’un oğlu (soyu) olması için hem insan ve aynı zamanda Davud’un Rabbi olması için de Tanrı olması gerektiğidir. Başka bir deyişle, Kutsal Kitap’ta yer alan bu gerçek onaylandığı zaman, İsa hem Tanrı hem de insan olduğunu iddia etmiş oluyor. İslam düşüncesi İsa’nın bir kişi olarak hem tanrısal hem de insani doğalar ile nasıl bir araya gelebileceğini anlaması için daha fazla güçlük çekmemesi gerekir, çünkü kendi inançlarına göre insani varlıklar hem ruh hem de et ve kandan oluşurlar, bir insanda hem geçici hem de kalıcı olan mevcuttur (89:27-30; 3:1859. Çünkü aslında Müslüman inancına göre bile, Gücü Her Şeye Yeten Tanrı, her şeyin Yaratıcısı ve Egemeni, sınırsız Bilgeliği ile her ne isterse yapabilecek güçtedir, çünkü “O, mutlak hakimiyet sahibidir” (6:61). 9

Pek çok İslam bilgini, İsa’nın, genç varlıklı bir önderi azarladığı zaman, söylediği şu sözler ile Tanrı olduğunu kabul etmediğini iddia ederler: “Bana neden iyi diyorsun? İyi olan yalnız biri var. O da Tanrı’dır” (Markos 10:18). Ancak yine de bu metnin içeriğine dikkatle bakıldığı zaman, İsa’nın bu metinde, Tanrı olduğunu hiçbir zaman inkâr etmediği açıkça ortadadır. İsa bu bölümde, varlıklı genç adamı söylediği şeyin anlamı üzerinde düşünmeden dikkatsizce konuştuğu için yalnızca azarladı. İsa, hiçbir yerde şu sözleri kullanmadı: “Senin ileri sürdüğün gibi, ben Tanrı değilim.” Ya da İsa hiçbir zaman şöyle demedi: “Ben iyi değilim.” Gerçekten de hem Kutsal Kitap hem de Kuran, İsa’nın günahsız olduğunu öğretirler (Yuhanna 8:46; İbraniler 4:15). Aksine, İsa, bu varlıklı genç adam, İsa’ya, “İyi Öğretmen” dediği zaman, gerçekten ne söylediğini incelemesi için ona meydan okudu. Konuşmasının özünde İsa’nın söylediği şuydu, “Bana, ‘İyi Öğretmenim’ dediğin zaman, söylediğin şeyin ne olduğunun farkında mısın? Yalnızca Tanrı iyidir. Sen bana Tanrı olduğumu mu söylüyorsun?” Genç önderin İsa’nın kendisine yapmasını söylediği şeyi reddetmesindeki gerçek, onun İsa’yı gerçekten Efendisi olarak görmediğini kanıtlayan bir gerçektir. Ama İsa varlıklı genç adamın Efendisi ya da Tanrısı olduğunu hiçbir yerde inkâr etmedi. Ama herkesin hem Rabbi hem de Efendisi olduğunu pek çok bölümde açıkça beyan etti (Matta 7:21-27; 28:18; Yuhanna 12:40).

Aynı zamanda İsa’nın, “Babam benden üstündür” (Yuhanna 14:28) sözleri de Müslümanlar tarafından yanlış anlaşılır. Müslümanlar bu sözleri gerçek çevre ve koşullarının dışına çıkartırlar; amaçları, bu sözlere, Baba’nın doğası itibarı ile daha büyük olduğu anlamını vermektir, ama İsa bu sözleri ile yalnızca Baba’nın görevi itibarı ile daha üstün olduğunu söylemek istemişti. Bu gerçek, aynı Yuhanna Müjdesinin içinde de aşikâr olarak belirtilir; İsa aynı Müjdede kendisinin Eski Antlaşma’nın “Ben’im”i ya da Yahve’si olduğunu ileri sürer (Mısır’dan Çıkış 3:14). İsa aynı zamanda “Tanrı ile eşit” olduğunu da ileri sürdü (Yuhanna 10:30, 33). Buna ek olarak, pek çok olayda kendisine tapınılmasını kabul etti (Yuhanna 9:38; Matta 2:11; 8:2; 9:18; 14:33; 15:25; 28:9, 17; Luka 24:52). İsa aynı zamanda şöyle dedi: “Oğul’u onurlandırmayan O’nu gönderen Baba’yı da onurlandırmaz” (Yuhanna 5:23).

Ayrıca, İsa Baba’nın “daha üstün” olduğunu söylediği zaman, “Baba’ya gitmek” hakkında konuşmaktaydı (Yuhanna 14:28). Bu bölümden hemen birkaç bölüm sonra İsa, Babası ile konuşurken şöyle der: “Yapmam için bana verdiğin işi tamamladım” (Yuhanna 17:4). Ama bir sonraki ayette İsa Oğul olarak kendi rolünün bu işlevsel farkını açıklarken, bu farkın İsa’nın doğa ve yücelik itibarı ile Baba ile eşit olduğu gerçeğini zayıflatmak için kullanmadığını belirtir. Çünkü İsa bu ayette şöyle der: “Baba, dünya var olmadan önce ben senin yanındayken sahip olduğum yücelik ile şimdi beni yanında yücelt” (Yuhanna 17:5).

Müslüman eleştirmenler tarafından yanlış anlaşılan bir diğer ayet ise, Yuhanna 17:21 ayetidir. İsa, bu ayette öğrencilerine şöyle der: “Baba, Senin Bende olduğun ve Benim Sende olduğum gibi onlar da Bizde olsunlar.” H. M. Baagil bu konu ile ilgili temel hakkında şu iddiayı ileri sürer: Eğer İsa, Tanrı’da olduğu için Tanrı ise, o zaman öğrenciler de İsa gibi Tanrı’da olduklarına göre neden onlar da Tanrı değiller? 10 Buradaki yanlış anlama basit ama temeldir: İsa öz açısından değil, ilişki açısından konuşmaktadır. İsa’nın sözlerinin anlamı, bizlerin de Tanrı ile İsa gibi çok yakın bir ilişkiye sahip olabileceğimizdir. Ama bizlerin İsa gibi Tanrı ile aynı öze sahip olması imkansızdır, çünkü O, Tanrı’nın sonsuz yüceliğine “dünya var olmadan önce” sahipti (ayet 3). İsa Tanrı’dadır, çünkü İsa Tanrı’dır. Ama bizler her şeye rağmen, “Tanrı olduğumuz için” Tanrı’da değiliz, yalnızca, O’nun ile bir ilişkiye sahip olduğumuz için Tanrı’dayız.

Müslümanlar tarafından yanlış yorumlanan bazı anahtar Kutsal Kitap bölümleri ile ilgili bu araştırma bir İslam bilgini tarafından ileri sürülen önemli bir düşünceye örnek teşkil eder. Bu İslam bilgini, haklı olarak şu düşünceyi belirtir: “Hristiyan misyonerleri ya da kendilerini teolog olarak adlandıran ya da Hris­tiyan teolojisine eğilimleri olan bazı Doğu dilleri, edebiyatı ve tarihi uzmanları İsa’nın Kuran’daki rolüne gereğinden fazla de­ğer verirler. Kendi Hristiyan Geleneklerinden akıllarında kalan şekilde İsa’yı anladıkları için yanlış yöndedirler. Bu tür koşullara göre hareket ettikleri için yanlış sonuçlara ve değerlendirmelere varmaları şaşırtıcı değildir.” 11 Ama bu kılıç iki ucu keskin bir kılıçtır. Çünkü pek çok İslam bilgini aynı şeyi Kutsal Kitap ile yaparlar, metnin gerçekte ne öğrettiğini anlamak yerine metine kendi yanlış anlamalarını dahil ederler. Bunu özellikle Kutsal Kitap’ın Tanrı ve Tanrı’nın Oğlu olarak Mesih hakkında ne iddia ettiğini anlamak istedikleri zaman yaparlar. Bu nedenle, nasıl Hristiyanlar’ın Müslümanlar’a bu konular ile ilgi­li olarak kendi Kitaplarını (Kuran) yorumlamaları için izin vermeleri gerekiyorsa, aynı şekilde Müslümanlar da Hristiyan­lar’a kendi Kitaplarını (Kutsal Kitap) yorumlamaları için izin vermelidirler. Örneğin, nasıl Hristiyanlar’ın Mesih’in tanrılığını öğret­mek için Kuran’daki ayetleri çarpıtmaları yanlış ise, aynı şekilde Müslümanlar’ın da Mesih’in tanrılığını inkâr etmek için Kutsal Kitap’taki ayetleri tahrif etmeleri yanlış bir davranıştır. Yeni Antlaşma’yı okuyan ve Mesih’in tanrılığını göremeyen biri, gökyüzünün bulutsuz ve masmavi olduğu bir günde başını yukarı kaldırdığı zaman güneşi göremediğini söyleyen birine benzer!

Müslümanlar’ın Felsefe İle İlgili Kavramları
Yanlış Anlamaları

Müslüman bilginler, Kutsal Kitap ile ilgili verileri yanlış anladıkları gibi aynı zamanda Üçlü Birlik öğretişi hakkında felsefi itirazlar da sunarlar. Tanrı’nın birliği hakkındaki Kutsal Kitap öğretişini anlayabilmeleri için önce bu itirazların da ortadan kaldırılmaları gerekir.

Tanrı’nın bir olduğu hakkındaki vurgulama İslam açısından temel bir nitelik taşır. Bir İslam bilgini şöyle dedi: “Aslında İslam, kendisinden önceki diğer dinlerin orijinal netliği ve saflığı içinde olduğu gibi, yalnızca Tanrı’nın Birliği’ni beyan eder ve verdiği mesaj, bu Birliğe tanıklık etmek için çağrıdır.” 12 Başka bir yazar bu düşünceye şunları ekler: “Allah’ın Birliği, İslam’ın ayırt edici özelliğidir. Bu, tektanrıcılığın en saf biçimidir, örneğin, ne doğuran ne de doğrulmuş olan Allah’a tapınmak, O’nun Tanrılığında O’nun ile hiçbir ilişkiye sahip değildir. İslam bu konuyu tek anlam içeren terimler ile öğretir.” 13

Tanrı’nın mutlak birliği hakkındaki bu ödün vermeyen vurgulama nedeni ile İslam’daki günahların en büyüğü şirk koşma günahıdır ya da Tanrı’ya ortak tayin etmektir. Kuran çok kesin bir şekilde şu beyanda bulunur: “Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışındaki günahları, dilediği kimseler için bağışlar. Allah’a ortak koşan, kuşkusuz, derin bir sapıklığa düşmüştür” (4:116). Ancak yine de göreceğimiz gibi, bu, Tanrı’nın birliği ile ilgili yanlış bir anlamadır.

Hem İslam hem de Hristiyanlık Tanrı’nın, özünde bir olduğunu beyan ederler. Tartışma konusu olan, doğanın bu birliğinde kişiliklerin çoğunluğunun söz konusu olup olamayacağıdır. Müslümanlar’ın Tanrı hakkındaki görüşlerinde mevcut olan yetersizlikler Hristiyan tektanrıcılığını yanlış anlamalarından ortaya çıkar. Pek çok Müslüman, Hristiyanlığın Tanrı hakkındaki görüşünü tektanrıcılıktan çok üçtanrıcılık olarak düşünür ve görüşlerini yanlış yapılandırırlar. Hristiyanlar üç tanrı olduğunu kabul etmezler; onlar yalnızca tek Tanrı’ya inanırlar. Bu inançları hem Kutsal Kitap metninde hem de öğretişin teolojik ifadesinde net bir şekilde görünür. Kutsal Kitap, aynı görüşü ilan eder: “Tanrımız Rab, tek Rabdir!” (Yasa’nın Tekrarı 6:4). Hem İsa (Mar­kos 12:29), hem de elçiler aynı beyanı Yeni Antlaşma’da tekrar ederler (1. Korintliler 8:4, 6). Ve ilk Hristiyan iman ikrarları, Mesih’ten, Tanrı ile aynı “öze” sahip Olan şeklinde söz ederler. Örneğin Atina İman İkrarı, şu şekilde tercüme edilir: “Üçlü Birlikteki tek Tanrı’ya ve Birlikteki Üçlü Birliğe tapınırız; kişilikler birbirlerine karışmazlar ve Özü de bölmezler.” Bu nedenle Hristiyanlık üç tanrıya değil, bir ve yalnızca tek Tanrı’ya inanan bir tektanrıcılık biçimidir.

Pek çok Müslüman, Hristiyanlar’ın Üçlü Birlik kavramlarının çok karmaşık olduğundan şikayet ederler. Ancak, gerçeğin her zaman basit olmadığını unuturlar. C. S. Lewis bu konu ile ilgili şu yerinde görüşü beyan eder: “Eğer Hristiyanlık bizim uydurduğumuz bir şey olsaydı, o zaman onu elbette daha kolay yapardık. Ama Hristiyan­lığı biz uydurmadık. Bu nedenle, din uyduran kişiler ile rekabete giremeyiz. Böyle bir şeyi nasıl yapabiliriz ki? İlgilendiğimiz konu, Gerçek. Eğer bir kişi sorun çıkarmayan gerçeklere sahip ise, elbette basit ve sade olabilir.” 14

Hristiyanlar’ın yüz yüze oldukları gerçek, onları bu karmaşık gerçeği kesin ve açık olarak belirtmeye yönlendirdi; bu gerçek elbette Nasıralı İsa’nın Tanrı olduğunu iddia etmiş olmasıydı (bakınız Bölüm 11). Bu iddia onların tanrılık içinde bir çoğunluk öne sürmelerini gerektirdi ve böylece Üçlü Birlik öğretişi ortaya çıktı, çünkü bu İsa onun Baba olarak hitap ettiği kişi ile aynı kişi değildi. Bu nedenle Hristiyanlar bu tek Tanrı’nın içinde üç kişiliğin mevcut olduğuna inanırlar, Müslümanlar ise bu öğretişi inkâr ederler. Bu noktada sorun, bir felsefe sorunu haline gelir. Sorunun bir görünümü matematiksel terimler ile ifade edilebilir.

Müslüman bilginler Üçlü Birliğin matematiksel imkansızlığının hesaplanması konusuna büyük önem verirler. Ayrıca zaten, 1+1+1=3 yapmaz mı? Eğer toplama işlemi yapıyorsanız elbette 3 eder, ama Hristiyanlar toplama işleminin Üçlü Birliğin anlaşılması için yanlış işlem olduğu konusunda ısrar ederler. Tanrı’nın üçlübir­liği daha çok 1x1x1=1 şeklinde anlaşılmalıdır. Diğer bir deyiş ile, işlem toplama değil, çarpma işlemi olmalıdır, üç kişilik içinde tek Tanrı. Yani, Tanrı birde üç olandır, üç kısımdan oluşmaz. Tanrı’nın tek özü, birden fazla kişiliğe sahiptir. Böylece, Üçlü Birliğin algılanması için artık matematiksel bir sorun mevcut değildir; 1’i üçüncü güce göre anlamak yeterlidir (13).

Müslümanlar’ın Üçlü Birliği anlama konusundaki yetersizlikleri, birliğin Neo-Platonik kavramından kaynaklanır. M.S. ikinci yüzyılda yaşamış olan, ve Orta Çağ düşüncesini yoğun bir şekilde etkilemiş olan düşünür Plotinus, Tanrı’yı (Nihai Olan), Tek Olan olarak gördü; içinde hiçbir çoğunluğun mevcut olmadığı mutlak bir birlik. Bu Tek Olan, öylesine mutlak bir şekilde basitti ki, öz-bilgi bilen ve bilinen arasında bir ayırım ima ettiği için kendisini dahi bilemezdi. Kendi kendisine yansıma yapabilmesi ve bu nedenle kendisini tanıyabilmesi için bir seviye aşağıda (Nous, ya da zihin içinde) hasıl olması gerekirdi. Plotinus’a göre, Tek Olan’ın kendisi bilmenin, bilinçli olmanın ve hatta var olmanın ötesindeydi. Tek Olan, öylesine bölünemez bir şekilde basitti ki, kendi içinde zihne, düşüncelere, kişiliğe ya da bilinçli olma haline sahip değildi. Kısaca, her şeysiz, hatta varlıksızdı. Bu nedenle, bilinemezdi, ama yine de kendisine ait etkilerin dışında kendisine benzemezdi. 15

Tanrı hakkında Plotinus’a ve Müslümanlar’a özgü görüşler arasındaki benzerliklerin güçlü olduklarını görmek zor değildir (bakınız Bölüm 1 ve 7). Güçlüğe bu bakış açısından bakmak da zor değildir. Bu bakış açısı Tanrı’nın içinde bükülmez bir birliği korur, ancak bunu yalnızca gerçek kişilik pahasına yapar. Bükülmez bir basitliğe sarılır ama bu yalnızca bağlı olma özelliğini feda etmesi ile mümkün olur. Kısaca belirtecek olursak, bu bakış açısı bizi tanrılığın boş ve kısır bir kavramı ile baş başa bırakır. Tanrı’yı basit bir birliğe indirdiğimiz zaman kısır bir birlik ile karşılaşırız. Joseph Ratzinger, bu meseleye konunun iç yüzünü kavrayan bir şekilde yaklaşır ve şunları belirtir:

Bağlı olmayan, bağlantı kurulamayan, mutlak bir, bir kişi olamazdı. Kesin tekillik içinde böyle bir kişi söz konusu olamaz. Bu olgu kişinin büyüdüğü kavram içindeki sözcüklerde zaten görünür; Grekçe’deki “prosopon” sözcüğünün birebir anlamı, “(a) –doğru bakmak”; önek “pros” ile (-doğru), kendisinin ayrılmaz bir parçası olarak ilgili olma düşüncesini de kapsamına alır… Tekilliğin bu boyuta geçmesi, kişi kavramı içinde kesindir. 16

Müslümanlar’a göre Tanrı yalnızca birliğe değil aynı zamanda tekilliğe de sahiptir. Ama bu iki şey birbirinden farklıdır. Tekillik olmadan birliğe sahip olmak mümkündür. Çünkü birliğin içinde çoğulluk olabilirdi. Gerçekten de Üçlü Birlik tam olarak budur, yani tek özün birliği içindeki bir kişiler çoğulluğu. İnsanlar ile ilgili karşılaştırmalar, bu düşüncenin resmedilmesine yardımcı olurlar. Benim zihnim, benim düşüncelerim ve benim sözlerim bir birliğe sahiptirler, ama bir tekillik değildirler, çünkü hepsi birbirinden farklıdır. Aynı şekilde, Mesih, Baba olarak aynı kişi olmadan Tanrı’nın sahip olduğu aynı doğanın bir ifadesi olabilir.

Bu bağlamda, Müslüman tektanrıcılığı, ikilikten sakınma ile ilgili bir girişim olarak çoğulluğu feda eder. Tanrı’ya eş koşmamak adına bir aşırılıktan sakınan İslam, başka bir aşırılığa geçiş yapar ve Tanrı’daki herhangi bir kişisel çoğulluğu inkâr eder. Ama, Joseph Ratzinger’in gözlemlemiş olduğu gibi, “Tanrı’nın birliğindeki çoğulluğu kabul eden Üçlü Birliğe duyulan inanç, birliğin yanı sıra çoğulluğu büyütmenin bir aracı olarak ikiliğin nihai olarak çıkartılması için tek yoldur; yalnızca bu inanç aracılığı ile çoğulluğun olumlu onaylamasına kesin bir temel sağlanır. Tanrı, tekilin ve çoğulun çok üzerinde durur. O, her iki kategoriden de ilerdedir.” 17

Üçlü Birliğin Kutsal Kitap’a Özgü Kavramı
Hakkında Bir Savunma

Hem Müslümanlar hem de Hristiyanlar, Tanrı’da en azından bir kişi olduğu konusunda aynı fikirde oldukları için Hristiyanlar’ın çağırdığı kişi Baba’dır ve İsa Mesih’in Tanrı’nın Oğlu olduğuna ilişkin Hristiyan inancını daha önce savunmuş olduğumuz için (bakınız Bölüm 11), geriye kalan söylenecek tek söz Tanrı’nın Kutsal Ruh’u hakkındadır.

Mesih’in Tanrı’nın Oğlu olduğunu beyan eden, Tanrı’dan gelen aynı açıklama, aynı zamanda Tanrı’nın üçlübirliğinin Tanrı’nın Ruh’u ya da Kutsal Ruh olarak adlandırılan bir diğer üyesinden de söz eder. Bu üye de Baba ve Oğul gibi Tanrı ile eşittir ve o da fraklı bir kişidir. Kutsal Ruh’un tanrılığı çeşitli şekillerde açıklanır. Kutsal Ruh, öncelikle “Tanrı” olarak çağrılır (Elçilerin İşleri 5:3-4). İkinci olarak, Tanrı’nın, her yerde bulunma (Mezmur 139: 7-12), ve her şeyi bilme (1. Korintliler 2:10-11) gibi niteliklerine sahiptir. Üçüncü olarak, yaratma eyleminde Baba Tanrı ile işbirliği yapmıştır (Yaratılış 1:2). Dördüncü olarak, kurtarma işinde Tanrılığın diğer üyeleri ile birliktedir (Yuhanna 3: 5-6; Romalılar 8:9; Titus 3:5-7). Beşinci olarak, Tanrı’nın tek “adı” altında Üçlü Birliğin diğer üyeleri ile ilişki halindedir (Matta 28:18-20). Kutsal Ruh son olarak, Hristiyan kutsamalarında Baba ve Oğul ile birlikte yer alır (2. Korintliler 13:14).

Kutsal Ruh yalnızca tanrılığa sahip değildir, aynı zamanda kendi kişiliğine de sahiptir. Özde Tanrı ile birdir, ama kişi olarak farklıdır. O’nun farklı bir kişi olduğu çeşitli temel gerçekler nedeni ile aşikârdır. Kutsal Ruh’a, kişi zamiri “o” kullanılarak hitap edilir (Yu­hanna 14:26; 16:13). O, yalnızca kişilerin yapacağı şeyleri yapar, örneğin öğretir (Yuhanna 14:26; 1. Yuhanna 2:27), günah konusunda ikna eder (Yuhanna 16:8) ve günahımız O’nu kederlendirir (Efesliler 4:30). Son olarak, Kutsal Ruh, kişiliğin tüm özelliklerine, yani düşünceye (1. Korintliler 2:10-11), iradeye (1. Korintliler 12:11) ve duyguya (Efesliler 4:30) sahiptir.

Üçlü birliğin üç üyesinin tek ve aynı kişi olmayıp farklı kişiler oldukları her kişiden diğerinden ayrı olarak söz edildiği gerçeği ile net bir şekilde anlaşılır. Baba ve Oğul birbirleri ile konuşmaya devam ettiler. Oğul, Baba’ya dua etti (Yuhanna 17). Baba, Oğlu’nun vaftizinde gökyüzünden Oğlu hakkında konuştu (Matta 3:15:17). Gerçekten de Kutsal Ruh, üç farklı kişi olduğunu açıklayarak, anında iş birliği yaparak, aynı zaman içinde oradaydı. Ayrıca, kişilerin farklı unvanlara (Baba, Oğul ve Ruh) sahip oldukları gerçeği, onların bir kişi olmadığını ima eder. Aynı zamanda Üçlü Birliğin her üyesi, onların kimliklerini anlamamıza yardım eden özel işlevlere sahiptir. Örneğin, Baba, kurtuluşu planladı (Yuhanna 3:16; Efesliler 1:4); Oğul, kurtuluşu Çarmıh aracılığı ile yerine getirdi (Yuhanna 17:4; 19:30; İbraniler 1:1-2) ve dirildi (Romalılar 4:25; 1. Korintliler 15: 1-6) ve Kutsal Ruh kurtuluşu imanlıların yaşamlarına uygular (Yuhanna 3:5; Efesliler 4:30; Titus 3:5-7). Oğul, Baba’ya boyun eğer (1. Korintliler 11:3; 15:28), ve Kutsal Ruh Oğul’u yüceltir (Yuhanna 16:14).

Üçlü Birlik öğretişi insan mantığı ile kanıtlanamaz; yalnızca Kutsal Kitap’ta verilen açıklama aracılığı ile açıklandığı için bilinebilir. Ama her şeye rağmen yine de Üçlü Birliğin insan mantığının ötesinde bir olgu olması, onun mantığa karşı olduğu anlamına gelmez. Müslüman bilginler aksine inanıyor olsalar bile, Üçlü Birlik akıl dışı değildir ya da çelişki içermez.

Çelişki olmadığına ilişkin felsefik yasa, bize şu bilgiyi verir: bir şey aynı zamanda ve aynı anlamda hem gerçek hem de sahte olamaz. Bu, tüm akılcı düşüncenin temel yasasıdır ve Üçlü Birlik öğretişi bu yasayı ihlal etmez. Bu gerçek, öncelikle Üçlü Birliğin ne olmadığı ifade edilerek gösterilir. Üçlü Birlik, Tanrı’nın üç kişi ve aynı zamanda ve aynı anlamda yalnızca tek kişi olduğu inancı değildir. Böyle olsaydı, bir çelişki ortaya çıkacaktı. Aksine, bir doğa içinde üç kişinin mevcut olduğuna duyulan inançtır. Bu durum bir gizem olabilir, ama bir çelişki değildir. Yani, bunu tam anlamı ile kavramak mantığın başaramayacağı bir şey olabilir, ama sürekli olarak idrak etmek için mantığın başarılı olmasına karşı çıkmaz.

Ayrıca, Üçlü Birlik, tek bir doğa içinde üç tane doğanın mevcut olduğunu ya da bir öz içinde üç öz bulunduğunu bildiren bir inanç değildir. Eğer böyle olsaydı, çelişkiye neden olurdu. Bunun aksine, Hristiyanlar, bir öz içinde üç kişinin mevcut olduğunu kabul ederler. Bu düşünce çelişkiye neden olmaz, çünkü kişi ve öz arasında bir farklılık ortaya çıkartır. Ya da Tanrı tek ve aynı anda birden fazla iken, bu, çelişki olmadığına ilişkin felsefik yasanın terimleri içine yerleştirildiği zaman, Tanrı aynı anlamda tek ve birden fazla değildir. Özü açısından tektir, ama kişileri açısından birden fazladır. Bu nedenle, Üçlü Birlik öğretişinin içinde çelişki yoktur ve felsefik yasanın ihlali söz konusu değildir.

Belki Üçlü Birliğin bir modeli, onun anlaşılabilirliğini kavrama konusunda yardımcı olabilir. Tanrı’nın bir öze ve üç kişiye sahip olduğunu söylediğimiz zaman, onun bir Ne’ye ve üç Kim’e sahip olduğunu kastederiz. Aşağıdaki diyagram üzerinde düşünün:

Üç Kim’in (kişiler) her birinin aynı Ne’yi (öz) paylaştığına dikkat edin. Bu nedenle, Tanrı, kişilerin bir çoğunluğu ile birlikte özün bir birliğidir. Kişilerin her biri farklıdır, ama yine de ortak bir doğayı paylaşırlar.

Tanrı, özünün içinde tektir, ama ilişkilerinin içinde üç’tür. Birlik, onun özünün (Tanrı’nın ne olduğu) içindedir ve çoğunluk, Tanrı’nın kişilerinin (nasıl ilişki kurduğu) içindedir. İlişkilerin bu çoğunluğu hem içsel hem de dışsaldır. Üçlü Birlik içindeki her üye, diğeri ile belirli bir tarzda ilişki kurar. Örneğin, Baba Oğul ile, Baba olarak ilişki içindedir ve Oğul Baba ile, Oğul olarak ilişkidedir. Üçlü Birliğin düzenlemesi aracılığı ile dışsal ve içsel ilişkileri budur. Aynı zamanda, Baba Kutsal Ruh’u gönderir ve Kutsal Ruh Oğul’a tanıklık eder (Yuhanna 14:26). Tanrılığın birliği içindeki paylaşımları aracılığı ile işlevleri bunlardır. Her birinin diğeri ile farklı bir ilişkisi vardır, ama hepsi aynı özü paylaşırlar.

Üçlü Birliğin hiçbir anlatımı mükemmel değildir, ama bazıları diğerlerinden daha iyidir. Öncelikle, bazı kötü örneklerin kabul edilmemesi gerekir. Üçlü Birlik, üç halkası olan bir zincir gibi değildir. Çünkü bu halkalar birbirlerinden ayrı ve ayrılabilir kısımlar değildirler, ama Tanrı, ayrı ya da ayrılabilir değildir. Tanrı, bir oyunda üç farklı rol oynayan aynı oyuncuya da benzemez. Çünkü Tanrı aynı anda üç kişidir, birbirini izleyen rolleri oynayan tek kişi değildir. Tanrı, suyun üç hali gibi de değildir: katı, sıvı ve gaz. Çünkü su normal olarak, aynı anda bu üç halin üçü birden değildir. Tanrı, her zaman aynı anda üç kişidir. Diğer kötü benzetmeler hariç olarak en azından bu, üçtanrıcılığı ima etmez. Ama yine de, modalizm (şekilcilik) olarak bilinen bir başka sapıklığı yansıtır.

Üçlü Birliğin en hatalı örnekleri, üçlübirlikçiliğin gerçekten üçtanrıcılık olduğu suçlamasını destekleme eğilimi içindedirler, çünkü ayrılabilir kısımlar içerirler. Daha çok yardımcı olan kıyaslamalar, eş zamanlı bir çoğulluk gösterdikleri zaman, birliği elde tutarlar. Bu tanıma uyan pek çok kıyaslama mevcuttur.

Üçlü Birliğin Matematiksel Bir Örneği

Yukarıda da belirtildiği gibi, Tanrı, 13 (1x1x1) gibidir. Üçte tane bir olduğuna dikkat edin, ama üç taneye değil, yalnızca bir taneye eşittirler. Tanrı’da mevcut olan tam olarak budur, yani, yalnızca tek bir Tanrı olan üç kişi. Üçlü Birlik ile ilgili örneklerin hiçbiri elbette mükemmel değildir, ama bu durum, bölünemez bir ilişki içinde aynı anda hem üç hem de bir tanenin nasıl mevcut olabileceğini gösterir. Bu açıdan bakıldığı zaman, bu örnek Üçlü Birlik hakkında iyi bir resim verir.

Üçlü Birliğin Geometrik Bir Örneği

Üçlü Birliğin resmedilişi ile ilgili en yaygın kullanılan örnek belki de üçgendir. Genellikle aşağıda gösterildiği şekildedir:

Yalnızca bir tane üçgen olduğuna, ama yine de üç köşenin bulunduğuna dikkat edin. Aynı zamanda eğer bir üçgen var olacaksa, bu köşelerin birbirlerinden ayrılamaz ve eş zamanlı olmaları gerektiğini de gözlemleyin. Üçgen, bu anlamda Üçlü Birliğin iyi bir örneğini teşkil eder.

Elbette üçgen sınırlı, Tanrı ise sınırsızdır, bu nedenle üçgen mükemmel bir örnek teşkil etmez. Ancak açıklamak istediği düşünceyi göstermek açısından amaca uygun hizmeti sağlar. Aynı zamanda, üçgenin aşağıdaki sol köşesine bir daire dokundurularak (ama köşeyi ve daireyi üst üste getirmeden), Mesih’in iki doğasının bir tek kişi olması ile ilgili Gizemin bir kısmı ortadan kaldırılabilir.

Mesih’in tek kişi olduğuna (üçgenin aşağıdaki sol noktası), ama yine de tek kişi olduğuna işaret etmemiz gerekir. O’nun tanrısal doğası üçgendir ve insan doğası üçgene dokunan dairedir. Her ikisi bu noktada birleşirler. Yani, O’nun iki doğası tek bir kişi içinde bir araya gelir. Ya da yukarıdaki modelde bulunan terimler gibi Mesih’te, iki tane Ne ve bir tane Kim vardır; oysa Tanrı’da üç tane Kim ve bir tane Ne vardır.

Bu bağlantıda Mesih’in iki doğası arasındaki ilişkinin şemasını çizmemek için iki yol bulunduğuna dikkat çekilmesi gerekir. Her ikisi de Ortodoks Hristiyanlar tarafından bir sapkınlık olarak görülür.

Tek Doğayı Tanımlama Hatası

Nasturi Hatası

Dairenin üçgen ile üst üste geldiği ilk şemada Mesih’in iki doğasını karıştıran tek doğayı tanımlama hatası sapkınlığı mevcuttur. Bu yalnızca bir sapkınlık değil, ama aynı zamanda bir anlamsızlıktır da. Çünkü Mesih’in tanrısal doğası sınırsızdır insan doğası ise sınırlıdır. Ve bir sınırsız sınırlılığa sahip olmak mümkün değildir.

Dairenin ve üçgenin birbirlerine dokunmadıkları ikinci şemada, Mesih’teki iki doğa ile birlikte iki kişiyi de tespit eden, Nasturi sapkınlığını görürüz. Eğer Nasturilerin görüşleri doğru olsaydı, o zaman Mesih çarmıhta yaşamını feda ettiği zaman, bu aynı zamanda tanrısal olan kişi, bizim yerimize ölen Tanrı Oğlu değildi. Bu durumda, Mesih’in kefaret eden kurban olmasının hiçbir tanrısal değeri olmayacaktı ve günahlarımıza kefaret edemeyecekti. Yalnızca hem Tanrı hem de insan olan tek ve aynı kişi günahımız için çarmıhta öldüğü takdirde kurtulabiliriz. Çünkü eğer İsa hem Tanrı hem de insan olmazsa, Tanrı ve insanı barıştıramaz. Ama Kutsal Kitap bu konuda çok açık bir şekilde şu ifadeyi beyan eder: “Çünkü tek Tanrı ve Tanrı ile insanlar arasında tek aracı vardır. O da insan olan ve kendisini herkes için fidye olarak sunmuş bulunan Mesih İsa’dır” (1. Timoteos 2:5).

Mesih iki Ne (doğalar) ile birlikte tek bir Kim (kişi) olduğu için O’nun hakkında bir soru sorulduğu zaman daima her doğa hakkında bir tane olmak üzere iki soru sorulması gerekir. Örneğin, İsa yoruldu mu? Yanıt: Hayır, Tanrı olarak yorulmadı; evet, insan olarak yoruldu. Mesih acıktı mı? Tanrısal doğasında acıkmadı, insan doğasında acıktı. Mesih öldü mü? Hayır, tanrısal doğasında ölmedi; evet, insan doğasında öldü. Ölen kişi, Tanrı-insan idi. Ama O’nun tanrılığı ölmedi.

Bu aynı mantık Müslümanlar tarafından yöneltilen diğer teolojik sorulara uygulandığı zaman, yine aynı tür yanıta teslim olacaktır. İsa her şeyi biliyor muydu? Tanrı olarak biliyordu, çünkü Tanrı her şeyi bilir. Ama insan İsa olarak ikinci gelişinin ne zaman olacağını bilmiyordu (Matta 24:36), ve bir çocuk olarak da her şeyi bilmiyordu, çünkü “İsa bilgelikte gelişiyordu” (Luka 2:52).

Sık sorulan bir diğer soru şudur: İsa günah işleyebilir miydi? Yanıt aynıdır: Tanrı olarak günah işleyemezdi; insan olarak günah işleyebilirdi (ama işlemedi). Tanrı günah işleyemez. Örneğin, Kutsal Kitap’taki bir ayet şöyle der: “Tanrı’nın yalan söylemesi imkansızdır” (İbraniler 6:18; Titus 1:2). Ama İsa yine de, “her alanda bizim gibi denenmiştir, ama günah işlememiştir” (İbraniler 4:15). Bunun anlamı şudur: O hiçbir zaman günah işlemedi (2. Korintliler 5:21; 1. Petrus 1:19; 1. Yuhanna 3:3), ama gerçek anlamda denendi ve bu nedenle günah işlemesi mümkündü. Aksi takdirde, O’nun denenmesi bir oyun olurdu. İsa özgürce seçim yapma gücüne sahipti, yani yapmış olduğu ahlaki seçimlerden farklı seçim yapabilirdi. Bu, onun, eğer günah işlememeyi seçmiş olsaydı (O her zaman günah işlememeyi seçti), insan olarak günah işleyebileceği (ama günah işlemedi) anlamına gelir.

Mesih ile ilgili her soruyu ikiye ayırmak ve bu soruları Mesih’in her iki doğasına yöneltmek, bir sır olarak kalabilecek pek çok teolojik bilmeceyi çözer. Ve aynı zamanda Müslümanlar ve diğer inanmayanlar tarafından Hristiyanlığın üzerine yüklenen sözde mantıklı çelişkilerden uzak durmayı mümkün kılar.

Üçlü Birlik İle İlgili Ahlaki Bir Örnek

St. Augustine tarafından resmedilen bir örnek, Üçlü birliği aydınlatacak tanımda önemli bir yer tutar. Kutsal Kitap bize “Tanrı sevgidir” bilgisini verir (1. Yu­hanna 4:16). Ama sevgi üçlüdür, çünkü seven birini, sevileni ve her ikisi arasındaki bir sevgi ruhunu kapsar. Bu bilgiyi Üçlü Birliğe uyguladığımız zaman, Baba seven kişidir, Oğul, sevilendir ve Kutsal Ruh sevgi Ruhudur. Ama sevgi yine de tek’tir – bir’in içinde üç. Bu örnek, kişisel olmanın avantajına sahiptir. Çünkü yalnızca kişilerden akan bir özellik olan sevgiyi içerir.

Antropolojik Bir Örnek

İnsan, Tanrı’nın imajında yaratıldığı için (Yaratılış 1:27), insani varlıklarda Üçlü Birliğe benzeyen bir tür özellik bulunmasının şaşırtıcı olmaması gerekir. Önce, bu üçe bölünmeyi, (insanın beden, can ve ruhtan oluşması Üçlü Birliği yansıtan bir örnek olarak) kabul etmek istemeyiz. Bunun kötü bir örnek olacağını düşünürüz. Çünkü eğer gerçek olsa bile (ve pek çok Hristiyan yalnızca, beden ve canın ikiye ayrılmasını da reddederler), yine de kötü bir örnek oluştururdu. Beden ve can, ölüm anında ayrılabilirler ve ayrılırlar (2. Korintliler 5:8; Filipililer 1:23; Vahiy 6:9), ama Üçlü Birliğin doğası ve kişileri birbirlerinden ayrılamazlar.

İnsan doğasının temelindeki daha iyi bir örnek, daha önce de önerilmiş olduğu gibi, zihnimiz, zihnimizin düşünceleri ve bu düşüncelerin sözcükler ile ifadesi arasındaki ilişkidir. Bunların üçü arasında bir kimlik mevcut olmaksızın bir birliğin var olduğu aşikârdır. Bu bağlamda, Üçlü Birliğe örnek oluştururlar.

Birlik İçindeki Çoğulluğun İslam’a Özgü Örnekleri

Müslüman zihni için tanrılık içindeki bir çoğulluğun belki de en iyi örneği, daha önce sözünü etmiş olduğumuz gibi, (Bölüm 11), Kuran ve Tanrı arasındaki ilişkidir. Bir İslam bilginin belirtmiş olduğu gibi, Kuran, “Tanrısal İradenin bir ifadesidir. Eğer bunu Hristi­yanlıktaki herhangi bir konu ile kıyaslamak isterseniz, o zaman Mesih’in kendisi ile kıyaslamanız gerekir. Mesih, insanlar arasında Tanrısal Olan’ın ifadesi, Tanrısal İradenin açıklamasıydı. Kuran da aynı şeydir.” 18 Müslümanlar Kuran’ın sonsuz ve yaratılmamış olduğuna inanırlar. Ancak yine de Tanrı’nın aynısı değildir, ama Tanrı’nın kendisi kadar yok olmaz olan Tanrı’nın zihninin bir ifadesidir onlara göre. Birliğin içinde bir çoğulluk olduğu kesindir, Tanrı’dan başka bir çoğulluktur, ama her şeye rağmen Tanrı ile birdir. Gerçekten de, Müslüman bilginlerin Mesih’in tanrılığı hakkındaki Hristiyan öğretişi ile bir benzerlik gördükleri gerçeği, bu örneğin sahip olduğu değeri ortaya koyar. Çünkü Müslümanlar iki sonsuz ve yaratılmamış şeyin var olmasına rağmen, yalnızca tek Tanrı olduğuna inanırlar. Ve Hristiyanlar, üç yaratılmamış ve sonsuz kişiye ama yalnızca tek Tanrı’ya inanırlar.

Ayrıca, bazı kişiler, Muhammed’in aynı zamanda hem bir peygamber hem bir koca ve hem de bir önder olduğu gerçeğine işaret etmişlerdir. O zaman bir Müslüman’ın neden Tanrı’nın içindeki işlevlerin (kişilerin) çoğunluğu hakkındaki düşünceyi reddetmesi gerekir? İslami sistem içinde birlik içindeki çoğulluğun kanıtı, Tanrı ile olan ilişkisi açısından anlaşılmaz değildir. Konu aynı şekilde ele alındığında o zaman Müslümanlar’ın Üçlü Birlik öğretişini anlamsız bularak kabul etmemeleri gerektiğine ilişkin hiçbir neden mevcut değildir.

Özet

İslam ve Hristiyanlık arasındaki farklılığın özü, Üçlü Birlik ile Hristiyan öğretişinden kaynaklanır. Müslümanlar bu öğretişe, Kutsal Kitap’a özgü olmadığını ve anlaşılmaz olduğunu söyleyerek karşı çıkarlar. Görüşlerini kanıtlamak için Kutsal Yazılar’ın metinlerini, onları bulundukları çevre ve koşulların dışına çıkartarak yanlış yorumladıklarını ve çarpıttıklarını görmüş bulunuyoruz. Ve sonra gelene inanmak ve tutarlı olmak için yalnızca mantıklı farklılıkları değil ama aynı zamanda Tanrı’nın Kuran ile olan ilişkisi hakkındaki görüşlerini de kabul etmemeleri gerekir. Kısaca, özetleyecek olursak, Üçlü Birlik öğretişini reddetmek için mantıklı ya da uygun hiçbir neden mevcut değildir. Ayrıca, Mesih’in gerçekten Tanrı’nın Oğlu olduğuna ilişkin kanıt da sağlamış bulunmaktayız (Bölüm 11). Bu nedenle, Tanrılığın içindeki karşılıklı ilişkilerin zenginliği ve Tanrı’nın yaratıkları ile birlikte Hristiyan üçlü birliği, kurak ve katı bir Müslüman tektanrıcılığına tercih edilmelidir.

Konular