Amerika'da Irkçılık ve Sosyal Darwinizm

Sosyal Darwinizm sadece İngiltere'deki değil, dünyanın diğer ülkelerindeki emperyalistlere ve ırkçılara dayanak sağlıyordu. Bu nedenle tüm dünyada hızla yayıldı. Teoriyi benimseyenlerin başında, ABD Başkanı Theodore Roosevelt geliyordu. Roosevelt, Kızılderililere karşı "tehcir" (bir yerden zorla göç ettirmek, sürmek) adı altında uygulanan etnik temizlik programının en önde gelen uygulayıcı ve savunucusuydu. The Winning of The West (Batının Zaferi) adlı kitabında katliamın ideolojisini kurarak, Kızılderilileri ortadan kaldıracak ırksal bir savaşın kaçınılmaz olduğunu anlatmıştı. En büyük dayanağı ise kendisine yerlileri ilkel bir tür olarak tanımlama imkanını veren Darwinizm'di.24

Roosevelt'in öngördüğü gibi Kızılderililerle yapılan anlaşmaların hiçbirine sadık kalınmadı ve buna da "ilkel ırk" safsatası ile sahte bir meşruiyet sağlandı. Kongre, Kızılderililerle yapılan tüm anlaşmaları 1871 yılında bir kenara atmış ve onları içinde ölümü bekleyecekleri ölü topraklara sürmeye karar vermişti. Karşı taraf insan olarak algılanmadıktan sonra onlarla yapılan anlaşmaların nasıl bir değeri olabilirdi?�

Roosevelt ayrıca İngilizce konuşan insanların (Anglo Saxonların) tüm insan ırklarının en ilerisi olduklarını öne sürmüş ve Anglo Saxonlar ile diğer ırklar arasında kaçınılmaz bir savaş olacağını öngörmüştü.25

Anglo Saxon ırkçılığının önde gelen savunucularından Amerikalı evrimci Protestan Rahip Josiah Strong da aynı mantıkları kullanıyordu. Bir keresinde şöyle yazmıştı:

Dünya nüfusunun ırkların son mücadelesini zorunlu kılacağı zaman yaklaşıyor. Birleşik Devletler de doğal olarak, kendi kurumlarını insanlığın geri kalan bölümüne empoze edecek güce sahip olmalıdır. Kimse kuşku duyamaz ki, ırklar arasında bu çatışma, en güçlülerin ayakta kalması ile sonuçlanacaktır.26

Sosyal Darwinizm'i kullanarak kendilerine meşruiyet sağlamaya çalışan ırkçıların arasında zenci düşmanları başta geliyordu. İnsan ırklarını derecelere ayıran ve en üstününü beyaz ırk olarak tanımlarken, en ilkelini de siyah olarak gösteren bu ırkçı teoriler evrim kuramına dört elle sarıldılar.27

Evrimci ırkçı teorisyenlerin başında gelen Henry Fairfield Osborn, "İnsan Irklarının Evrimi" başlıklı bir makalesinde "ortalama bir zencinin zeka yaşı, Homo Sapiens (günümüz insanı) türüne ait on bir yaşındaki bir çoçuğun zekasına ancak ulaşabilir" diye yazıyordu.28

Bu mantığa göre zenciler insan bile sayılmıyorlardı. Evrimci ırkçı düşüncenin en bilinen savunucularından bir diğeri olan Carletoun Coon ise 1962'de yayınladığı Origins of Races (Irkların Kökeni) adlı kitabında, siyah ırkla beyaz ırkın henüz Homo erectus döneminde birbirinden ayrılmış iki ayrı tür olduğunu öne sürüyordu. Coon'a göre beyazlar bu ayrışmadan sonra evrimsel olarak öne geçmişlerdi. İşte ABD'de zencilere karşı ayrımcılığı savunanlar, uzun süre bu sözde bilimsel açıklamayı kullandılar.

Kendilerini destekleyen bilimsel bir teorinin varlığı, Amerika'da ırkçılığı hızla tırmandırdı. Irk ayrımına karşı olmasıyla tanınan W. E. Dubois, 20. yüzyıl Amerikan ırkçılığını şöyle tanımlar:

20. yüzyılın başlıca sorunu renk ayrımı sorunudur. Yeryüzünün en büyük demokrasisi olmayı isteyen ve bazı açılardan da bunu başarmış olan bir ülkede ırkçılık sorununun bu derece yaygın biçimde ortaya çıkmış olması onun paradokslarının en önemsizi değildir. Köleliğin kaldırılması siyah ve beyaz halk arasında kardeşliğin kurulmasına yetmemiş, kısa süre içinde tesis edilen resmi ayrımcılık günümüzde hala çıkış yolları aranan hukuki ve fiili bir durum haline dönüşmüştür.29

"Jim Crow Yasaları" adıyla tanınan ilk ırk ayrımcı yasaların ortaya çıkması da bu döneme rastlar. (Jim Crow, aşağılamak amacıyla beyazlar tarafından siyahlara takılan isimlerden biriydi). Zencilere, kesinlikle insan gibi davranılmıyor, her yerde aşağılanarak hor görülüyorlardı; üstelik bu ırkçı tavır birkaç kişinin tavrı değil, Amerikan devletinin yasalar ile bizzat belirlediği bir tavırdı. Demiryolları ve tramvaylarda ırk ayrımını benimseyen ilk yasa 1875'de Tenessee'de kabul edildikten hemen sonra, tüm Güney eyaletlerinde birden demiryollarında ırk ayrımı uygulamasına gidildi. Her yere "Sadece Beyazlar İçin" ve "Siyahlar" tabelaları asıldı. Aslında bunların hepsi mevcut durumun resmiyet kazanması anlamına geliyordu. Farklı ırklardan olanlar arasında evlilik yasaklandı. Yasalara göre ayrım hastanelerde, cezaevlerinde, mezarlıklarda zorunluydu. Uygulamada ise bu, otelleri, tiyatroları, kütüphaneleri ve hatta asansör ve kiliseleri de kapsıyordu. Ayrımın en ağır biçimde hissedildiği alan ise okullardı. Çünkü bu, siyahların aleyhine en ağır sonuçları veren uygulamaydı ve onların kültürel gelişiminin önündeki en büyük engeldi.

Irk ayrımı uygulamalarına yaygın bir şiddet dalgası eşlik etti. Linç edilen siyahların sayısında hızlı bir artış oldu. 1890-1901 yılları arasında 1300'ü aşkın siyah linç edildi. Bu uygulamaların sonucunda birçok eyalette siyahların ayaklanmaları başladı.

Bu sürece ırkçı düşünce ve teoriler eşlik etti. Amerikan biyolojik ırkçılığı da kısa bir süre sonra kendini R. B. Bean'in kafatası ölçümü yoluyla vardığı sonuçlarla ifade edecek ve yeni kıta halkını denetim dışı bir göç dalgasından koruma bahanesi altında, özel türde bir Amerikan ırkçılığı ortaya çıkacaktı. The Passing of the Great Race (Üstün Irkın Sona Ermesi) kitabının yazarı (1916) Madison Grant; "iki ırkın karışmasının aşağı türden ilkel bir ırkın ortaya çıkmasına yol açacağını" yazdı ve ırklar arası evliliklerin yasaklanmasını istedi.30

Irkçılık, Amerika'da olduğu gibi tüm dünyada da Darwin'den önce vardı. Ancak, daha önce de belirtildiği gibi, 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra Darwinizm, ırkçı görüş ve uygulamalara göstermelik bir destek sağladı. Örneğin, bu bölümde de yer verildiği gibi ırkçılar görüşlerini ifade ederlerken Darwinizm'in iddialarını slogan gibi kullandılar. Darwin'den önce acımasızlık olarak görülen fikirler, Darwin'den sonra doğa kanunu olarak kabul edilmeye başlandı.

Konular