DARWİNİZM’İN KISA TARİHİ
Darwinizm'in dünyaya getirdiği acılara ve belalara geçmeden önce kısaca tarihine bakalım. Pek çok insan evrim teorisini, ilk olarak Charles Darwin'in ortaya attığı, sağlam bilimsel delillere, gözlemlere ve deneylere dayalı bir teori zanneder. Oysa evrim teorisinin ilk fikir babası Darwin olmadığı gibi, teorinin kaynağı da bilimsel deliller değildir.
Mezopotamya'da putperest dinlerin hakimiyetinin bulunduğu bir dönemde, canlılığın ve evrenin kökeni hakkında birçok batıl inanç ve efsane yaygındı; bunlardan biri de "evrim" inancıydı. Sümerler'den kalan Enuma-İliş adlı yazıtta anlatıldığına göre, ilk başta bir su karmaşası vardı ve bu su karmaşasının içerisinden birdenbire Lahau ve Lahamu adlı tanrılar ortaya çıkmıştı. Bu batıl inanışa göre, ibadet edilen bu putlar ilk önce kendi kendilerini var etmişler, daha sonra da evrimleşerek diğer maddeleri ve canlıları oluşturmuşlardı. Yani Sümer efsanelerine göre canlılık, cansız su kaosundan birdenbire oluşmuş ve evrimleşerek gelişmişti.
Görüldüğü gibi bu inanış, evrim teorisinin, "canlıların cansız maddelerden oluştuğu ve evrimleştiği" iddiasıyla çok büyük bir uyum göstermektedir. Buradan da anlıyoruz ki, evrim fikri Darwin'e değil, ilk olarak Sümer putperestlerine aittir.
Evrim efsanesi, daha sonra bir başka putperest medeniyet olan Eski Yunan'da hayat sahası buldu. Eski Yunan'ın materyalist filozofları, maddeyi yegane varlık sayıyorlardı. Sümerler'den miras kalan evrim efsanesine ise, canlıların nasıl oluştuğunu açıklamak niyetiyle başvurdular. Böylece materyalist felsefe ve evrim efsanesi, Eski Yunan'da birleşti. Oradan da Roma kültürüne taşındı.
Putperest kültürlere ait birer efsane olan bu iki kavram,gündemine 18. yüzyılda yeniden girdi. Eski Yunan kaynaklarını inceleyen bazı Avrupalı düşünürler, materyalizmi benimsediler. Bu düşünürlerin ortak yönü, din aleyhtarı olmalarıydı.
Bu atmosfer içinde evrim teorisini ilk kez detaylı olarak ele alan kişi, Fransız biyolog Jean Baptiste Lamarck oldu. Lamarck, geçersizliği sonradan anlaşılacak olan teorisinde, tüm canlıların yaşamları boyunca ufak değişimlerle birbirlerinden evrimleştiklerini öne sürmüştü. Lamarck'ın iddiasını biraz daha farklı bir biçimde tekrarlayan kişi ise, Charles Darwin'di.
Darwin, teorisini 1859'da İngiltere'de yayınladığı Türlerin Kökeni adlı kitabında ortaya koydu. Kitabında, eski Sümer'den beri gelen evrim efsanesini detaylandırmıştı. Tüm canlı türlerinin, suyun içinden tesadüfen doğan ortak bir atadan geldiklerini ve yine tesadüfen gerçekleşen küçük değişimlerle birbirlerinden farklılaştıklarını iddia ediyordu.
Darwin'in bu iddiası dönemin bilim adamları arasında yaygın bir kabul görmedi. Özellikle fosil bilimciler, Darwin'in iddiasının bir hayal ürününden başka bir şey olmadığının farkındaydı. Ancak buna rağmen Darwin'in teorisi farklı çevreler içinde giderek daha fazla destek buldu. Çünkü Darwin bu teoriyle birlikte, 19. yüzyılın hakim güçlerine bulunmaz bir temel sağlamış oluyordu.
Darwinizm'in Kabul Görmesinin Nedeni İdeolojiktir
Darwin'in, Türlerin Kökeni isimli kitabını yayınladığı ve evrim teorisini ortaya attığı dönemde bilim son derece geriydi. Örneğin, bugün son derece kompleks bir sisteme sahip olduğu bilinen hücre, o dönemde kullanılan ilkel mikroskoplarda sadece bir leke olarak görülüyordu. Dolayısıyla Darwin, canlılığın cansız maddelerden tesadüfler sonucunda oluştuğunu iddia etmekte bir sakınca görmemişti.
Aynı şekilde o dönemde fosil kayıtları son derece yetersiz olduğu için geçmişte canlıların küçük değişimlerle birbirlerinden türediğini iddia edebilmişti. Oysa bugün kesin olarak anlaşılmıştır ki fosil kayıtları, -biraz önce de belirttiğimiz gibi- Darwin'in canlıların birbirlerinden türeyerek meydana geldikleri iddiasını destekleyecek tek bir delil dahi sunmamaktadır. Yakın bir zamana kadar evrimciler, karşılarına çıkan bu çıkmazı "ileride bir gün bulunur" temennileriyle geçiştirmeye çalıştılar. Ancak günümüzde, artık bu açıklamanın da ardına sığınamaz duruma geldiler. (Detaylı bilgi için bakınız. Evrim Aldatmacası bölümü)
Ne var ki, Darwinistler'in evrim teorisine bağlılıklarında bir değişiklik olmadı. Darwinizm taraftarları, Darwinizm'e olan sadakatlerini 150 yıldır birbirlerine miras gibi aktararak günümüze kadar geldiler.
Peki Darwinizm'in, bilimsel olarak geçersizliği açıkça ortada olmasına rağmen, ortaya atıldığı günden bu yana birtakım çevrelerce benimsenmesinin ve yoğun olarak propagandasının yapılmasının nedeni nedir?
Darwin'in teorisinin en belirgin özelliği, bir Yaratıcı'nın varlığını inkar etmesidir. Evrim teorisine göre, canlılık cansız maddelerden, tesadüfler sonucunda, kendi kendine oluşmuştur. Darwinizm'in bu iddiası, başta materyalist felsefe olmak üzere tüm ateist felsefelere sahte bir bilimsel destek sağlamaktadır. Çünkü 19. yüzyıla kadar bilim adamlarının büyük bir çoğunluğu, bilimi Allah'ın yarattıklarını öğrenmenin ve keşfetmenin bir yöntemi olarak görüyordu. Bu gerçeğe olan inancın yaygın olması nedeniyle, materyalist ve ateist felsefeler gelişmek için kendilerine uygun bir ortam bulamıyorlardı. Ancak evrim teorisinin, Yaratıcı'nın varlığını inkar ederek, ateist ve materyalist inanca göstermelik bilimsel bir destek oluşturması, onlar için bulunmaz bir fırsat oldu. Bu nedenle, Darwinizm'i hemen benimsediler ve her biri bu teoriyi kendi ideolojisine uyguladı.
Darwinizm'in Allah'ın varlığını inkar etmesinin yanında, 19. yüzyılın materyalist ideolojilerine destek çıkan bir iddiası daha vardı: "Canlıların gelişimi doğadaki yaşam mücadelesine bağlıdır. Bu mücadeleyi güçlü olanlar kazanır. Zayıflar ise ezilerek yok olmaya mahkumdurlar."
Darwinizm'in dünyaya acılar ve belalar getiren ideolojilerle işbirliği işte bu noktada açıkça karşımıza çıkmaktadır.
Sosyal Darwinizm: "Orman Kanunlarının İnsan Davranışlarına Uyarlanması Bilimi"
Evrim teorisinin en önemli iddialarından biri, canlıların gelişimini doğada var olan "yaşam mücadelesi"ne dayandırmasıydı. Darwin'e göre, doğada acımasız bir yaşam mücadelesi, daimi bir çatışma vardı. Güçlüler her zaman güçsüzleri alt ediyor ve gelişme de bu sayede mümkün oluyordu. Türlerin Kökeni kitabına koyduğu altbaşlık da, onun bu görüşünü özetliyordu: Türlerin Kökeni kitabına koyduğu altbaşlık da, onun bu görüşünü özetliyordu: "Türlerin Kökeni, Doğal Seleksiyon ve Yaşam Mücadelesinde Kayırılmış Irkların Korunması Yoluyla".
Darwin'in bu konudaki ilham kaynağı ise, İngiliz bir ekonomist olan Thomas Malthus'un An Essay on the Principle of Population (Nüfus Prensibi Üzerine Bir Deneme) adlı kitabıydı. Bu kitap insan ırkını oldukça karanlık bir geleceğin beklediğine işaret ediyordu. Malthus kendi başlarına bırakıldıklarında, insan nüfusunun çok hızlı arttığını hesaplamıştı. Her yirmi beş yılda sayıları iki katına çıkıyordu. Ancak besin kaynakları hiçbir şekilde bu hızla çoğalmıyordu. Bu durumda insan nesli sürekli olarak bir açlık tehlikesi ile karşı karşıyaydı. Nüfusları kontrol altında tutan başlıca etkenler ise savaş, kıtlık ve hastalık gibi felaketlerdi. Kısacası bazı insanların yaşayabilmeleri için diğerlerinin ölmesi gerekiyordu. Var olma, "sürekli savaş" anlamına geliyordu.
Darwin, doğadaki yaşam mücadelesi fikrini Malthus'tan aldığını kendi ifadesiyle şöyle açıklar:
Ekim 1838'de, yani sistematik bir şekilde araştırmalarıma başladıktan 15 ay sonra, sırf merakımdan Malthus'un nüfusla ilgili çalışmasını okumaya başladım. Ve hayvanlarla bitkilerde sürekli gözlemlediğim hayatta kalma mücadelesini düşündüğümde, bir an farkına vardım ki, bu koşullar altında uygun varyasyonlar korunacak ve uygun olmayanlar yok edilecekti. Bunun sonucunda ise yeni türler ortaya çıkacaktı. Burada, sonradan üzerinde çalışabileceğim bir teoriyi sonunda elde etmiştim.2
19. yüzyılda Malthus'un fikirleri oldukça geniş bir kitle tarafından benimsenmişti. Özellikle, Avrupalı üst sınıfın entelektüelleri Malthus'un fikirlerini destekliyordu. "Nazilerin Bilimsel Arka Planı" isimli makalede, 19. yüzyıl Avrupası'nın Malthus'un popülasyon ile ilgili görüşlerine verdiği önem şöyle aktarılmaktadır:
19. yüzyılın ilk yarısında Avrupa'da yönetici sınıfın üyeleri, yeni keşfedilen 'nüfus artışı problemi'ni tartışmak ve fakirlerin ölüm oranlarını arttırmak için, Malthus'un fikirlerini uygulamanın yöntemlerini planlamak üzere biraraya geldiler. Vardıkları sonuç özetle şöyleydi: "Fakirlere temizliği tavsiye etmek yerine tam tersi alışkanlıklara teşvik etmeliyiz. Şehirlerimizdeki sokakları daha dar yapmalıyız, daha fazla insanı evlere doldurmalıyız ve vebayı getirmeye çalışmalıyız. Ülkemizde köylerimizi durgun sulara yakın yapmalıyız, bataklıklarda yaşamayı teşvik etmeliyiz vs...3
Bu zalimce uygulamanın sonucunda, yaşam mücadelesinde güçlü olanlar zayıf olanları ezecekler ve bu şekilde hızla artan nüfus da dengelenmiş olacaktı. İngiltere'de 19. yüzyılda söz konusu "fakirleri ezme" programı gerçekten uygulandı. 8-9 yaşındaki çocukların günde 16 saat kömür ocaklarında çalıştırıldıkları ve binlercesinin kötü şartlar nedeniyle öldüğü bir endüstri düzeni kuruldu. Malthus'un teorik olarak gerekli bulduğu "yaşam mücadelesi", İngiltere'de milyonlarca fakir insana azap dolu bir ömür yaşattı.
Darwin, Malthus'tan etkilenerek bu görüşü tüm doğaya uyguladı ve bu var olma savaşında güçlü olanların ve en iyi uyum sağlayanların galip geleceklerini öne sürdü. Darwin'in bu iddiası, tüm bitkileri, hayvanları ve insanları içine alıyordu. Dahası, söz konusu yaşam mücadelesinin doğanın meşru ve değişmez bir yasası olduğunu özellikle vurguluyordu. Bir yandan da yaratılışı inkar ederek insanları dini inançlarını terk etmeye davet ediyor ve böylece "yaşam mücadelesi"nin acımasızlığına engel olabilecek tüm ahlaki kıstasları hedef almış oluyordu.
Bu nedenle Darwin'in teorisi, duyulur hale geldiği andan itibaren önce İngiltere'deki sonra da tüm Batı'daki kurulu düzenin desteğini arkasında buldu. Kurdukları siyasi ve sosyal düzeni "bilimsel" yönden meşru hale getiren bir teoriyle karşılaşan emperyalistler, kapitalistler ve tüm diğer materyalistler, bu teoriyi sahiplenmekte gecikmediler. Evrim teorisi kısa zamanda, sosyolojiden tarihe, psikolojiden siyasete kadar insan toplumlarını ilgilendiren her alanda tek kriter haline getirildi. Her alanda temel fikir "yaşam mücadelesi" ve "güçlü olan kazanır" sloganıydı ve siyasi partiler, uluslar, yönetimler, ticari şirketler, fertler artık bu sloganlar ışığında yaşamaya başladılar. Topluma hakim olan ideolojiler Darwinizm'i benimsediği için, eğitimden sanata, siyasetten tarihe kadar her alanda üstü kapalı Darwinizm propagandası yapılmaya başlandı. Her konu Darwinizm'le ilişkilendirilmeye ve Darwinist bakış açısı ile açıklanmaya çalışıldı. Bunun sonucunda insanlar Darwinizm'i bilmese bile, Darwinizm'in öngördüğü hayatı yaşayan toplum modelleri oluşmaya başladı.
Darwin'in kendisi de, evrime dayalı görüşlerinin ahlaki anlayışlara ve sosyal bilimlere uygulanmasını onaylıyordu. 1869'da H. Thiel'e yazdığı bir mektupta Darwin şöyle diyordu:
Türlerin değişimiyle ilgili bakış açıma benzer bazı fikirlerin, ahlaki ve sosyal sorunlar üzerinde uygulandığını görüyorum. Bu konuyla çok ilgilendiğime inanmalısın. Önceleri, kendi görüşlerimin bu kadar farklı ve önemli konulara uyarlanabileceği bana pek gerçekleşebilir gibi gelmemişti.4
Doğadaki çatışmanın insanın da doğasında olduğunun kabul edilmesiyle, ırkçılık, faşizm, komünizm, emperyalizm adına yapılan çatışmalar, güçlü milletlerin zayıf gördükleri milletleri ezerek yok etmeye çalışmaları artık bilimsellik kisvesine bürünmüş oluyordu. Barbarca katliamlar yapanlar, insanlara hayvan gibi davrananlar, milletleri birbirlerine düşürenler, ırklarından dolayı insanları hakir görenler, haksız rekabetle küçük işletmeleri kapattıranlar, fakirlere yardım eli uzatmayanlar artık kınanmayacak veya engellenemeyecekti. Çünkü onlar bunu "bilimsel" bir doğa kanununa uyarak yapıyorlardı.
Bu yeni bilimsel açıklamanın adı ise "Sosyal Darwinizm" olarak belirlendi.
Günümüzdeki evrimci bilim adamlarının en tanınmışlarından biri olan Amerikalı paleontolog Stephen Jay Gould, bu gerçeği aşağıdaki sözleriyle kabul eder:
1859 yılında Türlerin Kökeni'nin yayımlanmasından sonra esaret, kolonileşme, ırk farklılıkları, sınıf mücadelesi ve cinsel roller hakkındaki tartışmalar bilim bayrağı altında yürütülmeye başlandı.5
Burada dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta bulunmaktadır: İnsanlık tarihinin her döneminde savaşlar, barbarlık, acımasızlık, ırkçılık, çatışmalar yaşanmıştır. Ancak insanlara her zaman için bu fiilerin yanlış olduğunu öğreten ve onları barışa, adalete ve huzura davet eden İlahi bir din olmuştur. İnsanlar bu İlahi dinin varlığını bildikleri için, şiddet uyguladıklarında, en azından bunun yanlış olduğunu kavrayabilecekleri bir kıstasa sahiptirler. Ancak 19. yüzyıldan itibaren Darwinizm, her türlü çıkar mücadelesini ve adaletsizliği bilim kisvesi altında meşru göstermiş, tüm bunların insanın doğasında olduğunu, insanın atalarından kalan vahşi ve saldırgan dürtüler taşıdığını, hayvanlar arasında nasıl en güçlü ve en saldırgan olan hayatta kalmayı başarıyorsa, aynı kanunların insanlar için de geçerli olduğunu söylemiştir. Bu düşüncenin benimsenmesiyle, savaşlar, acılar ve katliamlar dünyanın çok büyük bir bölümünü etkisi altına almıştır. Darwinizm, dünyaya acı, kan ve baskı getiren tüm hareketleri desteklemiş, teşvik etmiş, makul ve meşru göstermiş ve bu uygulamaların tümüne hak vermiştir. Bu sözde bilimsel destek neticesinde tüm bu tehlikeli ideolojiler katlanarak güçlenmişler ve 20. yüzyıla "acılar çağı" damgasını vurmuşlardır.
Tarih profesörü Jacques Barzun, Darwin, Marx, Wagner isimli kitabında günümüzde dünyanın ahlaki çöküntüsünün bilimsel, sosyolojik ve kültürel sebeplerinin değerlendirmesini yapmaktadır. Barzun'un kitabında yer alan şu yorumlar, Darwinizm'in dünya üzerindeki etkisi açısından dikkat çekicidir:
…1870 ve 1914 yılları arasında her Avrupa ülkesinde silahlanmayı isteyen bir savaş partisi, acımasız bir rekabeti isteyen bireyci bir parti, geri kalmış insanlar üzerinde serbest bir el isteyen emperyalist bir parti, yabancılara karşı içten tasfiyeyi sağlayacak olan sosyalist bir parti vardı… Bu partilerin tümü zaferi kutladıklarında ya da yenildiklerinde hatta daha önce, bilimin tekrar canlanması anlamına gelen Spencer (Sosyal Darwinizm'in kurucusu) ve Darwin'i desteklemişlerdi. Irk biyolojikti, sosyolojikti; Darwinciydi.6
19. yüzyılda Darwin canlılığın yaratılmadığı, tesadüfen oluştuğu ve insanın hayvanlarla ortak bir atadan tesadüfler sonucunda meydana gelmiş olan en gelişmiş organizma olduğu iddiasını ortaya attığında, belki çoğu kimse bu iddianın sonuçlarını tahmin edememişti. Ancak 20. yüzyılda bu iddianın sonucu çok acı tecrübelerle yaşandı. İnsanları gelişmiş bir hayvan gibi görenler, zayıf olanların üzerine basarak yükselmekten, hasta ve zayıf olanları bir şekilde yok etmekten, farklı ve aşağı gördükleri ırkları ortadan kaldırmak için katliamlar yapmaktan hiç çekinmediler. Çünkü bilim maskesi takmış teorileri, onlara bunun "doğanın bir kanunu" olduğunu söylüyordu.
İşte Darwinizm'in dünyaya getirdiği belalar bu şekilde başladı ve hızlanarak tüm dünyaya yayıldı. Oysa 19. yüzyılda materyalizmin ve ateizmin, Darwin'den aldıkları destekle güçlenmesine kadar, insanların büyük bir çoğunluğu tüm canlıları Allah'ın yarattığına ve insanın diğer canlılardan farklı olarak Allah'ın yarattığı bir ruha sahip olduğuna inanıyorlardı. Hangi ırktan, hangi milletten olurlarsa olsunlar, insanlar Allah'ın yarattığı birer kul olarak görülüyordu. Darwinizm'in getirdiği ve güçlendirdiği dinsizlik ise, rekabetçi ve acımasız bir dünya görüşünün, ahlaka önem vermeyen, kendisini ve insanları gelişmiş hayvanlar olarak gören kitlelerin oluşmasına neden oldu. Allah'a karşı sorumlu olduklarını reddeden insanlar, her türlü bencilliğin meşru görüldüğü bir kültür meydana getirdiler. Bu kültürün içinden pek çok "izm" doğdu ve bunlar insanlığa gerçek anlamda birer "bela" oldu.
İlerleyen sayfalarda, Darwinizm'in meşruiyet kazandırdığı söz konusu ideolojileri, bu ideolojilerin Darwinizm ile olan yakın ilgilerini ve bu birlikteliğin dünyada nelere malolduğunu inceleyeceğiz.
Mezopotamya'da putperest dinlerin hakimiyetinin bulunduğu bir dönemde, canlılığın ve evrenin kökeni hakkında birçok batıl inanç ve efsane yaygındı; bunlardan biri de "evrim" inancıydı. Sümerler'den kalan Enuma-İliş adlı yazıtta anlatıldığına göre, ilk başta bir su karmaşası vardı ve bu su karmaşasının içerisinden birdenbire Lahau ve Lahamu adlı tanrılar ortaya çıkmıştı. Bu batıl inanışa göre, ibadet edilen bu putlar ilk önce kendi kendilerini var etmişler, daha sonra da evrimleşerek diğer maddeleri ve canlıları oluşturmuşlardı. Yani Sümer efsanelerine göre canlılık, cansız su kaosundan birdenbire oluşmuş ve evrimleşerek gelişmişti.
Görüldüğü gibi bu inanış, evrim teorisinin, "canlıların cansız maddelerden oluştuğu ve evrimleştiği" iddiasıyla çok büyük bir uyum göstermektedir. Buradan da anlıyoruz ki, evrim fikri Darwin'e değil, ilk olarak Sümer putperestlerine aittir.
Evrim efsanesi, daha sonra bir başka putperest medeniyet olan Eski Yunan'da hayat sahası buldu. Eski Yunan'ın materyalist filozofları, maddeyi yegane varlık sayıyorlardı. Sümerler'den miras kalan evrim efsanesine ise, canlıların nasıl oluştuğunu açıklamak niyetiyle başvurdular. Böylece materyalist felsefe ve evrim efsanesi, Eski Yunan'da birleşti. Oradan da Roma kültürüne taşındı.
Putperest kültürlere ait birer efsane olan bu iki kavram,gündemine 18. yüzyılda yeniden girdi. Eski Yunan kaynaklarını inceleyen bazı Avrupalı düşünürler, materyalizmi benimsediler. Bu düşünürlerin ortak yönü, din aleyhtarı olmalarıydı.
Bu atmosfer içinde evrim teorisini ilk kez detaylı olarak ele alan kişi, Fransız biyolog Jean Baptiste Lamarck oldu. Lamarck, geçersizliği sonradan anlaşılacak olan teorisinde, tüm canlıların yaşamları boyunca ufak değişimlerle birbirlerinden evrimleştiklerini öne sürmüştü. Lamarck'ın iddiasını biraz daha farklı bir biçimde tekrarlayan kişi ise, Charles Darwin'di.
Darwin, teorisini 1859'da İngiltere'de yayınladığı Türlerin Kökeni adlı kitabında ortaya koydu. Kitabında, eski Sümer'den beri gelen evrim efsanesini detaylandırmıştı. Tüm canlı türlerinin, suyun içinden tesadüfen doğan ortak bir atadan geldiklerini ve yine tesadüfen gerçekleşen küçük değişimlerle birbirlerinden farklılaştıklarını iddia ediyordu.
Darwin'in bu iddiası dönemin bilim adamları arasında yaygın bir kabul görmedi. Özellikle fosil bilimciler, Darwin'in iddiasının bir hayal ürününden başka bir şey olmadığının farkındaydı. Ancak buna rağmen Darwin'in teorisi farklı çevreler içinde giderek daha fazla destek buldu. Çünkü Darwin bu teoriyle birlikte, 19. yüzyılın hakim güçlerine bulunmaz bir temel sağlamış oluyordu.
Darwinizm'in Kabul Görmesinin Nedeni İdeolojiktir
Darwin'in, Türlerin Kökeni isimli kitabını yayınladığı ve evrim teorisini ortaya attığı dönemde bilim son derece geriydi. Örneğin, bugün son derece kompleks bir sisteme sahip olduğu bilinen hücre, o dönemde kullanılan ilkel mikroskoplarda sadece bir leke olarak görülüyordu. Dolayısıyla Darwin, canlılığın cansız maddelerden tesadüfler sonucunda oluştuğunu iddia etmekte bir sakınca görmemişti.
Aynı şekilde o dönemde fosil kayıtları son derece yetersiz olduğu için geçmişte canlıların küçük değişimlerle birbirlerinden türediğini iddia edebilmişti. Oysa bugün kesin olarak anlaşılmıştır ki fosil kayıtları, -biraz önce de belirttiğimiz gibi- Darwin'in canlıların birbirlerinden türeyerek meydana geldikleri iddiasını destekleyecek tek bir delil dahi sunmamaktadır. Yakın bir zamana kadar evrimciler, karşılarına çıkan bu çıkmazı "ileride bir gün bulunur" temennileriyle geçiştirmeye çalıştılar. Ancak günümüzde, artık bu açıklamanın da ardına sığınamaz duruma geldiler. (Detaylı bilgi için bakınız. Evrim Aldatmacası bölümü)
Ne var ki, Darwinistler'in evrim teorisine bağlılıklarında bir değişiklik olmadı. Darwinizm taraftarları, Darwinizm'e olan sadakatlerini 150 yıldır birbirlerine miras gibi aktararak günümüze kadar geldiler.
Peki Darwinizm'in, bilimsel olarak geçersizliği açıkça ortada olmasına rağmen, ortaya atıldığı günden bu yana birtakım çevrelerce benimsenmesinin ve yoğun olarak propagandasının yapılmasının nedeni nedir?
Darwin'in teorisinin en belirgin özelliği, bir Yaratıcı'nın varlığını inkar etmesidir. Evrim teorisine göre, canlılık cansız maddelerden, tesadüfler sonucunda, kendi kendine oluşmuştur. Darwinizm'in bu iddiası, başta materyalist felsefe olmak üzere tüm ateist felsefelere sahte bir bilimsel destek sağlamaktadır. Çünkü 19. yüzyıla kadar bilim adamlarının büyük bir çoğunluğu, bilimi Allah'ın yarattıklarını öğrenmenin ve keşfetmenin bir yöntemi olarak görüyordu. Bu gerçeğe olan inancın yaygın olması nedeniyle, materyalist ve ateist felsefeler gelişmek için kendilerine uygun bir ortam bulamıyorlardı. Ancak evrim teorisinin, Yaratıcı'nın varlığını inkar ederek, ateist ve materyalist inanca göstermelik bilimsel bir destek oluşturması, onlar için bulunmaz bir fırsat oldu. Bu nedenle, Darwinizm'i hemen benimsediler ve her biri bu teoriyi kendi ideolojisine uyguladı.
Darwinizm'in Allah'ın varlığını inkar etmesinin yanında, 19. yüzyılın materyalist ideolojilerine destek çıkan bir iddiası daha vardı: "Canlıların gelişimi doğadaki yaşam mücadelesine bağlıdır. Bu mücadeleyi güçlü olanlar kazanır. Zayıflar ise ezilerek yok olmaya mahkumdurlar."
Darwinizm'in dünyaya acılar ve belalar getiren ideolojilerle işbirliği işte bu noktada açıkça karşımıza çıkmaktadır.
Sosyal Darwinizm: "Orman Kanunlarının İnsan Davranışlarına Uyarlanması Bilimi"
Evrim teorisinin en önemli iddialarından biri, canlıların gelişimini doğada var olan "yaşam mücadelesi"ne dayandırmasıydı. Darwin'e göre, doğada acımasız bir yaşam mücadelesi, daimi bir çatışma vardı. Güçlüler her zaman güçsüzleri alt ediyor ve gelişme de bu sayede mümkün oluyordu. Türlerin Kökeni kitabına koyduğu altbaşlık da, onun bu görüşünü özetliyordu: Türlerin Kökeni kitabına koyduğu altbaşlık da, onun bu görüşünü özetliyordu: "Türlerin Kökeni, Doğal Seleksiyon ve Yaşam Mücadelesinde Kayırılmış Irkların Korunması Yoluyla".
Darwin'in bu konudaki ilham kaynağı ise, İngiliz bir ekonomist olan Thomas Malthus'un An Essay on the Principle of Population (Nüfus Prensibi Üzerine Bir Deneme) adlı kitabıydı. Bu kitap insan ırkını oldukça karanlık bir geleceğin beklediğine işaret ediyordu. Malthus kendi başlarına bırakıldıklarında, insan nüfusunun çok hızlı arttığını hesaplamıştı. Her yirmi beş yılda sayıları iki katına çıkıyordu. Ancak besin kaynakları hiçbir şekilde bu hızla çoğalmıyordu. Bu durumda insan nesli sürekli olarak bir açlık tehlikesi ile karşı karşıyaydı. Nüfusları kontrol altında tutan başlıca etkenler ise savaş, kıtlık ve hastalık gibi felaketlerdi. Kısacası bazı insanların yaşayabilmeleri için diğerlerinin ölmesi gerekiyordu. Var olma, "sürekli savaş" anlamına geliyordu.
Darwin, doğadaki yaşam mücadelesi fikrini Malthus'tan aldığını kendi ifadesiyle şöyle açıklar:
Ekim 1838'de, yani sistematik bir şekilde araştırmalarıma başladıktan 15 ay sonra, sırf merakımdan Malthus'un nüfusla ilgili çalışmasını okumaya başladım. Ve hayvanlarla bitkilerde sürekli gözlemlediğim hayatta kalma mücadelesini düşündüğümde, bir an farkına vardım ki, bu koşullar altında uygun varyasyonlar korunacak ve uygun olmayanlar yok edilecekti. Bunun sonucunda ise yeni türler ortaya çıkacaktı. Burada, sonradan üzerinde çalışabileceğim bir teoriyi sonunda elde etmiştim.2
19. yüzyılda Malthus'un fikirleri oldukça geniş bir kitle tarafından benimsenmişti. Özellikle, Avrupalı üst sınıfın entelektüelleri Malthus'un fikirlerini destekliyordu. "Nazilerin Bilimsel Arka Planı" isimli makalede, 19. yüzyıl Avrupası'nın Malthus'un popülasyon ile ilgili görüşlerine verdiği önem şöyle aktarılmaktadır:
19. yüzyılın ilk yarısında Avrupa'da yönetici sınıfın üyeleri, yeni keşfedilen 'nüfus artışı problemi'ni tartışmak ve fakirlerin ölüm oranlarını arttırmak için, Malthus'un fikirlerini uygulamanın yöntemlerini planlamak üzere biraraya geldiler. Vardıkları sonuç özetle şöyleydi: "Fakirlere temizliği tavsiye etmek yerine tam tersi alışkanlıklara teşvik etmeliyiz. Şehirlerimizdeki sokakları daha dar yapmalıyız, daha fazla insanı evlere doldurmalıyız ve vebayı getirmeye çalışmalıyız. Ülkemizde köylerimizi durgun sulara yakın yapmalıyız, bataklıklarda yaşamayı teşvik etmeliyiz vs...3
Bu zalimce uygulamanın sonucunda, yaşam mücadelesinde güçlü olanlar zayıf olanları ezecekler ve bu şekilde hızla artan nüfus da dengelenmiş olacaktı. İngiltere'de 19. yüzyılda söz konusu "fakirleri ezme" programı gerçekten uygulandı. 8-9 yaşındaki çocukların günde 16 saat kömür ocaklarında çalıştırıldıkları ve binlercesinin kötü şartlar nedeniyle öldüğü bir endüstri düzeni kuruldu. Malthus'un teorik olarak gerekli bulduğu "yaşam mücadelesi", İngiltere'de milyonlarca fakir insana azap dolu bir ömür yaşattı.
Darwin, Malthus'tan etkilenerek bu görüşü tüm doğaya uyguladı ve bu var olma savaşında güçlü olanların ve en iyi uyum sağlayanların galip geleceklerini öne sürdü. Darwin'in bu iddiası, tüm bitkileri, hayvanları ve insanları içine alıyordu. Dahası, söz konusu yaşam mücadelesinin doğanın meşru ve değişmez bir yasası olduğunu özellikle vurguluyordu. Bir yandan da yaratılışı inkar ederek insanları dini inançlarını terk etmeye davet ediyor ve böylece "yaşam mücadelesi"nin acımasızlığına engel olabilecek tüm ahlaki kıstasları hedef almış oluyordu.
Bu nedenle Darwin'in teorisi, duyulur hale geldiği andan itibaren önce İngiltere'deki sonra da tüm Batı'daki kurulu düzenin desteğini arkasında buldu. Kurdukları siyasi ve sosyal düzeni "bilimsel" yönden meşru hale getiren bir teoriyle karşılaşan emperyalistler, kapitalistler ve tüm diğer materyalistler, bu teoriyi sahiplenmekte gecikmediler. Evrim teorisi kısa zamanda, sosyolojiden tarihe, psikolojiden siyasete kadar insan toplumlarını ilgilendiren her alanda tek kriter haline getirildi. Her alanda temel fikir "yaşam mücadelesi" ve "güçlü olan kazanır" sloganıydı ve siyasi partiler, uluslar, yönetimler, ticari şirketler, fertler artık bu sloganlar ışığında yaşamaya başladılar. Topluma hakim olan ideolojiler Darwinizm'i benimsediği için, eğitimden sanata, siyasetten tarihe kadar her alanda üstü kapalı Darwinizm propagandası yapılmaya başlandı. Her konu Darwinizm'le ilişkilendirilmeye ve Darwinist bakış açısı ile açıklanmaya çalışıldı. Bunun sonucunda insanlar Darwinizm'i bilmese bile, Darwinizm'in öngördüğü hayatı yaşayan toplum modelleri oluşmaya başladı.
Darwin'in kendisi de, evrime dayalı görüşlerinin ahlaki anlayışlara ve sosyal bilimlere uygulanmasını onaylıyordu. 1869'da H. Thiel'e yazdığı bir mektupta Darwin şöyle diyordu:
Türlerin değişimiyle ilgili bakış açıma benzer bazı fikirlerin, ahlaki ve sosyal sorunlar üzerinde uygulandığını görüyorum. Bu konuyla çok ilgilendiğime inanmalısın. Önceleri, kendi görüşlerimin bu kadar farklı ve önemli konulara uyarlanabileceği bana pek gerçekleşebilir gibi gelmemişti.4
Doğadaki çatışmanın insanın da doğasında olduğunun kabul edilmesiyle, ırkçılık, faşizm, komünizm, emperyalizm adına yapılan çatışmalar, güçlü milletlerin zayıf gördükleri milletleri ezerek yok etmeye çalışmaları artık bilimsellik kisvesine bürünmüş oluyordu. Barbarca katliamlar yapanlar, insanlara hayvan gibi davrananlar, milletleri birbirlerine düşürenler, ırklarından dolayı insanları hakir görenler, haksız rekabetle küçük işletmeleri kapattıranlar, fakirlere yardım eli uzatmayanlar artık kınanmayacak veya engellenemeyecekti. Çünkü onlar bunu "bilimsel" bir doğa kanununa uyarak yapıyorlardı.
Bu yeni bilimsel açıklamanın adı ise "Sosyal Darwinizm" olarak belirlendi.
Günümüzdeki evrimci bilim adamlarının en tanınmışlarından biri olan Amerikalı paleontolog Stephen Jay Gould, bu gerçeği aşağıdaki sözleriyle kabul eder:
1859 yılında Türlerin Kökeni'nin yayımlanmasından sonra esaret, kolonileşme, ırk farklılıkları, sınıf mücadelesi ve cinsel roller hakkındaki tartışmalar bilim bayrağı altında yürütülmeye başlandı.5
Burada dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta bulunmaktadır: İnsanlık tarihinin her döneminde savaşlar, barbarlık, acımasızlık, ırkçılık, çatışmalar yaşanmıştır. Ancak insanlara her zaman için bu fiilerin yanlış olduğunu öğreten ve onları barışa, adalete ve huzura davet eden İlahi bir din olmuştur. İnsanlar bu İlahi dinin varlığını bildikleri için, şiddet uyguladıklarında, en azından bunun yanlış olduğunu kavrayabilecekleri bir kıstasa sahiptirler. Ancak 19. yüzyıldan itibaren Darwinizm, her türlü çıkar mücadelesini ve adaletsizliği bilim kisvesi altında meşru göstermiş, tüm bunların insanın doğasında olduğunu, insanın atalarından kalan vahşi ve saldırgan dürtüler taşıdığını, hayvanlar arasında nasıl en güçlü ve en saldırgan olan hayatta kalmayı başarıyorsa, aynı kanunların insanlar için de geçerli olduğunu söylemiştir. Bu düşüncenin benimsenmesiyle, savaşlar, acılar ve katliamlar dünyanın çok büyük bir bölümünü etkisi altına almıştır. Darwinizm, dünyaya acı, kan ve baskı getiren tüm hareketleri desteklemiş, teşvik etmiş, makul ve meşru göstermiş ve bu uygulamaların tümüne hak vermiştir. Bu sözde bilimsel destek neticesinde tüm bu tehlikeli ideolojiler katlanarak güçlenmişler ve 20. yüzyıla "acılar çağı" damgasını vurmuşlardır.
Tarih profesörü Jacques Barzun, Darwin, Marx, Wagner isimli kitabında günümüzde dünyanın ahlaki çöküntüsünün bilimsel, sosyolojik ve kültürel sebeplerinin değerlendirmesini yapmaktadır. Barzun'un kitabında yer alan şu yorumlar, Darwinizm'in dünya üzerindeki etkisi açısından dikkat çekicidir:
…1870 ve 1914 yılları arasında her Avrupa ülkesinde silahlanmayı isteyen bir savaş partisi, acımasız bir rekabeti isteyen bireyci bir parti, geri kalmış insanlar üzerinde serbest bir el isteyen emperyalist bir parti, yabancılara karşı içten tasfiyeyi sağlayacak olan sosyalist bir parti vardı… Bu partilerin tümü zaferi kutladıklarında ya da yenildiklerinde hatta daha önce, bilimin tekrar canlanması anlamına gelen Spencer (Sosyal Darwinizm'in kurucusu) ve Darwin'i desteklemişlerdi. Irk biyolojikti, sosyolojikti; Darwinciydi.6
19. yüzyılda Darwin canlılığın yaratılmadığı, tesadüfen oluştuğu ve insanın hayvanlarla ortak bir atadan tesadüfler sonucunda meydana gelmiş olan en gelişmiş organizma olduğu iddiasını ortaya attığında, belki çoğu kimse bu iddianın sonuçlarını tahmin edememişti. Ancak 20. yüzyılda bu iddianın sonucu çok acı tecrübelerle yaşandı. İnsanları gelişmiş bir hayvan gibi görenler, zayıf olanların üzerine basarak yükselmekten, hasta ve zayıf olanları bir şekilde yok etmekten, farklı ve aşağı gördükleri ırkları ortadan kaldırmak için katliamlar yapmaktan hiç çekinmediler. Çünkü bilim maskesi takmış teorileri, onlara bunun "doğanın bir kanunu" olduğunu söylüyordu.
İşte Darwinizm'in dünyaya getirdiği belalar bu şekilde başladı ve hızlanarak tüm dünyaya yayıldı. Oysa 19. yüzyılda materyalizmin ve ateizmin, Darwin'den aldıkları destekle güçlenmesine kadar, insanların büyük bir çoğunluğu tüm canlıları Allah'ın yarattığına ve insanın diğer canlılardan farklı olarak Allah'ın yarattığı bir ruha sahip olduğuna inanıyorlardı. Hangi ırktan, hangi milletten olurlarsa olsunlar, insanlar Allah'ın yarattığı birer kul olarak görülüyordu. Darwinizm'in getirdiği ve güçlendirdiği dinsizlik ise, rekabetçi ve acımasız bir dünya görüşünün, ahlaka önem vermeyen, kendisini ve insanları gelişmiş hayvanlar olarak gören kitlelerin oluşmasına neden oldu. Allah'a karşı sorumlu olduklarını reddeden insanlar, her türlü bencilliğin meşru görüldüğü bir kültür meydana getirdiler. Bu kültürün içinden pek çok "izm" doğdu ve bunlar insanlığa gerçek anlamda birer "bela" oldu.
İlerleyen sayfalarda, Darwinizm'in meşruiyet kazandırdığı söz konusu ideolojileri, bu ideolojilerin Darwinizm ile olan yakın ilgilerini ve bu birlikteliğin dünyada nelere malolduğunu inceleyeceğiz.
Konular
- TESLİS (ÜÇLÜ-BİRLİK) İNANCI HAKKINDA BİR SAVUNMA!
- Hristiyanların Kuran'a bakışı ve değerlendirmesi bu yazıda!
- Müslümanlara Sorumuz: Barnabas/Barnaba Yalanına daha ne kadar sarılacaksınız?
- ''Ama Siz Hristiyanlar biz Müslümanları birer caniymiş gibi gösteriyorsunuz....'' DİYENLERE!
- Siz Hristiyanlar neden Pazar günü ibadet edersiniz?
- Siz Hristiyanlar neden Pazar günü ibadet edersiniz?
- Siz Hristiyanlar neden Pazar günü ibadet edersiniz?
- Hey gidi Hey... Sizin İncilleriniz de Hz.Muhammed Paraklet olarak geçiyor haberiniz yok!
- Bir şey soracağım Özgür; hani yazılarına 1-2 ay ara vermiştin? Bunları babam mı yazıyor?
- İncilleriniz de ''Kadınlar sussun! Onlara Konuşmalarına izin yoktur'' demiyor mu Kafirler!
- Hristiyanlar kadına nasıl bakarlar? Ve Hristiyan bir kadın Nasıl yaşar?
- Teslisin neresini savunabilirsiniz ki? Bence tamamıyla büyük bir saçmalıktır!
- İNCİL’DE KADININ YERİ VE ROLÜ NEDİR? Sadece susun ve konuşmayın mı der?
- Vaftiz olmak nedir?
- Bu sitede ki, vaftiz tartışmalarına son veriyorum!
- Sizinkiler o daha küçücük ''günahsız'' çocukları vaftiz etmiyor mu? Ki ''günahlarından'' arınsın!
- Hem bizim Peygamberimiz köleleri özgürleştirdi. Yani bizim dinimiz de, İslamda kölelik olmaz!
- ''Ama Siz Hristiyan, biz Müslümanları birer caniymiş gibi gösteriyorsunuz...'' DİYENLERE!!!
- Diyalog İslam'ı Hristiyanlaştırmak için değil, Diğer Mezhepleri KATOLİKLEŞTİRMEK İÇİNDİR!
- İncilleriniz de ''Kadınlar sussun! Onlara Konuşmalarına izin yoktur'' demiyor mu Kafirler!
- Müslüman Kardeşler (İhvan'ı Müslimin) Şokta! Mısır'ın en ünlü Din Hocası, Hristiyan oldu!
- Sayın Admin, mesajlarımın kasıtlı olarak yayınlanmaması adi Şerefsizliktir!!!
- Bir Hristiyan nasıl ''Tövbe'' eder? Yada Hristiyanlıkta tövbe var mıdır? Ve nedir?
- Bir Hristiyan nasıl ''Tövbe'' eder? Yada Hristiyanlıkta tövbe var mıdır? Ve nedir?
- Abdest alır mısınız? Bahsettiğim Hakiki abdesttir!! Hristiyanlıkta Abdest Kavramı hakkında
- Gerçekten de Hristiyanlara tuvaleti Müslümanlar mı öğretti? Yoksa birer yalandan mı ibaret!
- Hristiyanlığa göre; Adem, Havva, Şeytan ve Elma! Kısaca bir özeti...
- Gerçekten de Teslis ile Tevhid inancı hakkında bir bilgin var mı? O zaman tıkla ve öğren!
- Kanlı Çağ!
- Bak Özgür efendi, Matta ve Luka da İsa'nın soyu farklı anlatılıyor!Sen ise çelişki yok diyorsun!