TÜRKLERDE YENİ YIL VE BAHAR KUTLAMALARI

Yukarıda bahsettiğimiz Sümerliler, Babilliler, Kenaniler, İbraniler ve İranlılar gibi Ortadoğu halklarından başka Eski Yunanlılar ve Romalılardan uzak doğu halklarına kadar birçok toplulukta yeni yıl ve bahar kutlamalarına rastlanmaktadır. Bu çerçevede geçmişte ve günümüzde Asya’dan Avrupa’ya geniş bir coğrafyada yaşayan Türk boylarında da yeni yıl ve bahar kutlamalarına rastlanmaktadır.

Çin kaynaklarında 21 Mart tarihinde Türklerin yaptıkları kutlama ve şenliklere ilişkin çeşitli rivayetler yer almaktadır. Çeşitli bilim adamları Çin kaynaklarında Hunların Milattan önceki yıllarda 21 Mart tarihinde hazır yemeklerle kıra çıktıklarının ve bahar şenlikleri yaptıklarının vurgulandığına dikkat çekerler (Genç, 1995:15). Şüphesiz bu rivayet, 21 Mart tarihinin Hunlarca tabiatın yeniden uyanışı ve tarımsal faaliyetlerin başlangıcı günü olarak görüldüğünü göstermektedir. Bahattin Ögel'in (1997:36-37), Cengiz Han zamanında ortaya çıktığını ve Göktürklerin türeyiş efsanesinin dejenere edilmiş bir hali olduğunu ifade ettiği Türk mitolojisindeki Ergenekon destanı da bu tarihle ilişkili görülür. Gerek Çin kaynaklarında gerekse Türk destanlarında Türklerin, Ergenekon’dan (Çin kaynaklarına göre “ecdat mağarası”) çıkışları anlatılmaktadır. Mitolojiye göre düşmanlarınca tamamen öldürülen ya da tutsak alınan Türklerden Kıyan ve Negüş eşleriyle birlikte kaçarak Ergenekon’a sığınırlar. 400 yıl sonra burada oldukça güçlenmiş olarak Türkler, artık Ergenekon’dan çıkış yolları aramaktadırlar. Nihayet bir demir dağını eritip yol açmak suretiyle buradan çıkarlar ve düşmanlarından atalarının intikamını alıp yeniden kendi asli vatanlarında egemen olurlar (Çay, 1996:10-13). Sonraki dönemlerde Türk boyları Ergenekon’dan çıkış günü olarak gördükleri 21 Mart tarihini Erkenekon ya da Bozkurt günü olarak kutlamışlar, Türk hakanları bu günde, Ergenekon’da demirin eritilmesi anısına, günümüze kadar süregelen örs üzerinde demir dövme ritüelini yapmışlardır. Ulus olarak Türklerin, varoluşunu, bağımsızlığını ve esaretten kurtuluşunu simgeleyen Ergenekon destanına dayalı eskatolojik karakterli bu kutlama ile tabiatın uyanışı ve dirilişiyle ilişkili tarımsal karakterli bahar festivali birbirinden temelde farklıdır. Dolayısıyla bazı araştırıcıların (bakınız Güngör, 1995:36) haklı olarak vurguladıkları gibi bu iki kutlamanın birbirinden ayrı düşünülmesi gerekir.

Burada bazı araştırıcılarca dile getirilen, Nevruz’un Hun menşeli bir Türk bayramı olarak Türkler vasıtasıyla Asya ve Avrupa’ya yayıldığının kuvvetli ihtimal olduğu görüşüne (Genç, 1995:15, 23) değinmek yerinde olacaktır. Bu görüşün en önemli dayanak olarak ileri sürdüğü delil, yukarıda bahsettiğimiz Çin kaynaklarında Milattan önceki dönemlerde (MÖ 4.-3. yüzyıllarda) Hunların bahar kutlamaları yaptıklarına dair rivayetlerdir. Ancak bu rivayetlerin, iddia edildiği gibi Asya ve Avrupa’nın birçok yöresinde ve özellikle Ortadoğu’da görülen 21 Marttaki bahar kutlamalarının (ve Nevruz’un) menşeinin Hunlardaki bu kutlamalar olduğunu ortaya koyduğu düşünülemez. Zira başta da ifade ettiğimiz gibi, örneğin Eski Mezopotamya’da 21 Martta düzenlenen kozmik karakterli kutlamaların varlığı MÖ 18. yy’a ait dokümanlardan anlaşılmaktadır. Aynı şekilde Kenanilerde, İbranilerde ve diğer çeşitli topluluklarda da oldukça erken dönemlerden itibaren Mart-Nisan aylarında düzenlenen bahar/yılbaşı kutlamaları bilinmektedir.

Ortaçağdan itibaren çeşitli Türk boylarında tabiatın yeniden uyanışını ve tarımsal faaliyetlerin başlangıcını ifade eden 21 Mart bahar kutlamalarının Nevruz adı altında yapıldığını görmekteyiz. Yine 21 Mart tarihinin Türklerce kullanılan çeşitli takvimlerin başlangıcı yani yılbaşı olarak kabul edildiğini de biliyoruz. Nitekim gerek güneşe göre düzenlenen 12 Hayvanlı Türk takviminin gerekse Celalüddevle Ebulfeth Melik Şah’ın Celalüddevle lakabına atfen kullanılan Celâlî ya da Melikî takviminin başlangıcı 21 Marttır (Kafalı, 1995:25; Genç, 1995:17-18). Ortaçağdan günümüze Türk boyları Asya’dan Avrupa’ya yaşadıkları tüm yörelerde 21 Mart tarihini yılbaşı ya da tarımsal ve kozmogonik karakterli bir festival olarak kutlamayı sürdürmüşlerdir. 21 Marttaki bu kutlamalara verilen isim genellikle Nevruz olmuştur. Nitekim günümüzde Kırım Türkleri “Navrez”, Harezmliler “Navsarji”, Soğdaklılar “Navsarız”, Çuvaşlar “Noris ohaye” ya da “Navrus”, Kırgızlar “Nooruz”, Tacikler “Gülnavrız”, Tatarlar “Noruz”, Batı Trakya Türkleri “Mevris” ve Anadolu Türkleri “Nevruz” ya da “Sultan Nevruz” adını vermektedirler. Diğer taraftan çeşitli Türk boylarında 21 Mart kutlamalarına “Ergenekon”, “Ergenen Kün”, “Bozkurt”, “Gül Gardon”, “Bayşeşek”, “Su bayramı”, “Babu Marta”, “Ulıstın Ulı Küni”, “Yengi Kün” ve “Canı Cıl” gibi isimler de verilmektedir. Kazaklar, Tacikler ve benzeri Türk boylarında bu isimlerden bir ya da birkaçı Nevruz ismiyle birlikte kullanılmaktadır (Kazbekov, 1993:4; Arnaut, 1995:8-9).

Burada öncelikle şu soruya cevap aramak gerekmektedir: Türkler tarımsal ve eskatolojik karakterli 21 Mart kutlamalarına ne zamandan itibaren Nevruz terimini isim olarak kullanmaktadırlar? Çeşitli kaynaklardan hareketle biz MÖ dördüncü üçüncü yüzyıllardan itibaren Türklerde 21 Mart kutlamalarının var olduğunu biliyoruz. Ancak bu kutlamaların Nevruz terimiyle isimlendirilmesi bu kadar erken döneme gitmemekte, muhtemelen Ortaçağdan itibaren kaynaklanmaktadır.

Nevruz teriminin Farsça “yeni gün” anlamına bir terim olduğu konusunda hemen herkes hemfikirdir. Peki Nevruz teriminin Farsça olması 21 Mart kutlamalarının kaynağının İran olduğunu mu gösterir? Türklerin yeni yıl/bahar kutlamalarına neden Nevruz adını verdiklerini izah etme doğrultusunda bir araştırıcı, Türklerin egemen oldukları coğrafyada kendilerine tabi olan diğer toplumların dillerinden bazı terimleri aldıklarına dikkat çektikten sonra, Türklerin Ergenekon’dan çıkış günü olarak kutladıkları festivale Farsça Nevruz adını vermelerinin Farslara kendi ananelerini sevdirmek amacına yönelik olduğunu vurgulamaktadır (Kafalı, 1995:26). Ancak yalnızca Kafkaslar ve İran civarında değil Kazak ve Kırgızlardan Kırım Türklerine kadar birçok Türk boyunun Nevruz ismini kullanıyor olması ve İran’ın da yer aldığı Ortadoğu’da yeni yıl festivalinin bilinen çok erken dönemlerden itibaren var olması, bu ihtimalin doğruluğunu ortadan kaldırmaktadır. Türklerin de diğer birçok topluluk gibi öteden beri sahip oldukları bahar ve yeni yıl kutlamalarının var olduğu ve bunları günümüze kadar taşıdıkları bir gerçektir. Ancak dünyanın birçok yöresinde örneklerine rastladığımız gibi, Türklerin ilişki içerisinde oldukları toplulukların yeni yıl ve bahar kutlamalarından etkilenmeleri ve bu konudaki kendi gelenekleriyle etkileşimde bulundukları toplulukların geleneklerini meczetmiş olmaları güçlü bir olasılıktır. Nitekim, bizzat Nevruz teriminin Farsça olması bir tarafa, çeşitli Türk boylarının Nevruz kutlamalarında önemli yer tutan birçok ritüelin İran geleneğini yansıtması, Türklerin İran geleneğinden etkilendiklerini ve kendi bahar/yeni yıl kutlamalarıyla İran menşeli bahar/yeni yıl kutlamaları arasında bir sentez yaptıklarını ortaya koymaktadır. Bu durumda Türklerin 21 Mart tarihinde öteden beri kutlayageldikleri yeni yıl ve varoluş festivalleriyle yine aynı tarihte kutlanan İran kökenli Nevruz festivali arasında bir irtibat kurdukları ve zamanla birçok Türk boyunun kendi festivallerine Nevruz adını verdikleri söylenebilir. Bu sürecin oluşumunda gerek İslami dönemde başta Şia olmak üzere İran kaynaklı hareketlerin gerekse İslami dönem öncesi İran kültürünün çeşitli Türk boylarıyla etkileşim içerisinde olması önemli rol oynamış olmalıdır. Az sonra üzerinde duracağımız gibi, çeşitli Türk boylarının Nevruz ritüelleri arasında gördüğümüz, başta ateş kültünü yansıtan törenler olmak üzere birçok husus İran geleneğine ait Nevruz ile Türklerin tarımsal karakterli yeni yıl ve eskatolojik karakterli varoluş festivalleri arasındaki etkileşime örnek teşkil etmektedir.

21 Mart tarihindeki Nevruz kutlamaları gerek Asya’daki çeşitli Türk boylarında gerekse Selçuklular ve Osmanlılar dönemi Türklerinde büyük bir coşkuyla kutlanmıştır. Osmanlılar döneminde Nevruz için kaleme alınan Nevruziyeler, Nevruz için hazırlanan Nevruz macunları ve Nevruz bahşişleri bilinmektedir. Nevruz kutlamaları Asya’daki çeşitli Türk topluluklarında yüzyıllarca resmiyetten uzak halk bayramı şeklinde varlığını sürdürmüştür. 1960’lı yılların ortalarından itibaren çeşitli Orta Asya cumhuriyetlerinde “ilkbahar emek bayramı” şeklinde kutlanmaya başlanan Nevruz, Türk cumhuriyetleri üzerindeki Sovyet egemenliğinin kalkmasına paralel olarak 1990’lı yıllardan itibaren tarımsal karakterli bir bahar bayramı olarak resmi bir hüviyet kazanmıştır. Örneğin, Kazakistan’da 1988’den, Özbekistan’da ise 1990’dan itibaren Nevruz kutlamaları resmileşmiştir. (Karaboyev, 1993:45ve devamı; Separalin, 1993:29ve devamı). Aynı şekilde -başta da ifade ettiğimiz gibi- Anadolu’da da yüzyıllardır özellikle doğu ve güneydoğuda bahar bayramı olarak halk tarafından düzenlenen Nevruz kutlamaları, 1990’lı yılların ortalarından itibaren resmi bir hüviyete bürünmüştür.

Gerek Anadolu’da gerekse Asya Türk topluluklarında görülen Nevruz kutlamalarında dikkat çekici önemli ritüeller (bakınız Tural, 1995; Tural vd, 1996) bulunmaktadır. Bunlar arasında ateş kültüyle ve 7 sayısıyla ilgili törenler, öküz kurbanı, bazı bitkilerin çimlendirilmesi ve suyla ilgili ritüeller, Türklerdeki 21 Mart kutlamalarındaki İran etkisini göstermesi açısından dikkat çekicidir. Anadolu’daki Nevruz kutlamalarından Orta Asya’da Kırgızların kutlamalarına kadar (bakınız Cumakunova, 1997:6-7) Nevruz kutlamalarında ateşin özel bir yeri vardır. Nevruz günü ve akşamı meydanlarda yakılan ateş başında toplanan halkın günahlarından ve eski yılın kirlerinden arınmaları ve talihlerinin açılması amacıyla ateşten atlamaları, Mecusilik dönemi İran geleneğindeki ateş kültüyle, ateşin temizlik, saflık unsuru olarak görülmesiyle yakından ilişkilidir. Zira yukarıda da belirttiğimiz gibi, Mecusilerce Nevruz, yüce ışık Ahura Mazda’nın temsilcisi olarak kötülükleri temizleyen ve ruhları arındıran kutsal ateşin yaratıldığı gün olarak görülmekte ve dolayısıyla Nevruz günü ateşe ve ateşin koruyucu ruhu Aşa Vahişta’ya hasredilmektedir. Türklerin ateşe ilişkin Nevruz ritüellerinde de ateşin koruyucu, temizleyici özelliğine atıfta bulunulduğunu görmek mümkündür. Türklerin Nevruz’a ilişkin ritüellerinde göze çarpan bir diğer önemli şey, Nevruz için özel kaplarda çimlendirilen bitkilerdir. Arpa, buğday gibi hububatlar Nevruz öncesi özel olarak çimlendirilmekte ve Nevruz törenlerinde kullanılmaktadır. Bu geleneğin de –yukarıda üzerinde durduğumuz gibi- İran Nevruz kutlamalarında önemli bir yer tuttuğu bilinmektedir. Bir diğer dikkat çekici husus, 7 sayısına ilişkin ritüellerdir. Tıpkı İran geleneğinde olduğu gibi Türklerde de Nevruz sofrası için hazırlanan yemekte (Kazaklar buna Nevruz koje adını verirler) 7 çeşit tahıl kullanılmaktadır. Yine Türklerin Nevruz kutlamalarında önceden doldurulan kaplardaki suların önceki yılın uğursuzluk ve kötülüklerinin evlerden atılması amacıyla dışarı dökülmesi ritüeliyle ile İran geleneğindeki Nevruz törenlerinde görülen su kültüne dayalı uygulamalar arasındaki benzer yaklaşımlar da dikkat çekicidir. Her iki gelenekte de su, önceki yıla ait kötülükleri ve uğursuzlukları temizleyen, alıp götüren bir değere sahiptir. Son olarak Orta Asya Türk boylarının Nevruz kutlamalarında görülen öküz kurbanı da bazı araştırıcıların belirttiği gibi “gök cisimlerinin yer değiştirmesi sırasında ülker takım yıldızının bu yolla kaybolmasına bağlı” (Kazbekov, 1993:14) değil, İran geleneğiyle ilişkili olabilir. Zira İran geleneğinde boğa, hem Mithra’nın özel hayvanı olması, hem de yaratılışta önemli bir yere sahip olması açısından önemli bir yer tutmakta ve -günümüzde Parsilerde görülmemekle birlikte- eski dönemlerde Mecusilerce kurban hayvanı olarak kullanılmaktaydı (Boyce, 1979:173-174).

Konular