Tevhidin Önemsenmemesinin Sonucu

Kur’ân-ı Kerim’de, yahûdi ve hıristiyanlarla birlikte zikredilen Sâbiîlerin kimler olduğu hakkında yukarıda da belirtildiği gibi, müfessirler değişik görüşler ileri sürmüşlerdir. Bu görüşleri şöyle özetleyebiliriz: Sâbiîler; hıristiyanlar, yahûdiler ve mecûsîler arasında bir topluluk olup, hiçbir dine mensup olmayanlardır. Ehl-i kitap olup Zebur'u okumaktadırlar. Yahûdiler ile mecûsîler arasında bir topluluk olup onların dini yoktur. Sâbiîlik, diğer dinler gibi bir din olup mensupları sadece “Lâ ilâhe illâllah” derler ve hiçbir şekilde ibâdet etmedikleri gibi bir kitapları ve tanıdıkları bir peygamberleri yoktur. Cezîretu’l-Mevsil bölgesinde yaşarlar. Meleklere tapınan bir topluluk olup bir kıbleye yönelerek namaz kılarlar ve Zebur’u okurlar. Irak taraflarında yaşayan bir topluluk olup Yemen’e doğru yönelerek günde beş defa namaz kılarlar. Fahreddin Râzi, bu gibi değişik görüşleri zikrettikten sonra, Sâbiîlerin, yıldızlara tapan bir topluluk olduğu görüşünü doğruya en yakın olarak kabul etmektedir.[1]

Bir rivâyete göre ise Sâbiî, Hanûh olarak isimlendirilen İdris (a.s.)’ın torunu Lamek’in diğer bir adıdır ve sâbiîler, adını ondan almaktadır. İbn Esîr, Nûh (a.s.)’un gönderildiği kavmin sâbiîlerden bir topluluk olduğunu ve onların putlara tapındıklarını kaydetmektedir. Onların inançlarının temeli ruhanî varlıklara ibâdet etmekti. Bu ruhanîler, melekler olup onlar aracılığı ile Allah Teâlâ’ya yaklaşıldığına inanmaktaydılar. Onlar, her şeyi Allah’ın yarattığını ve O’nun güç, kudret sahibi olduğunu kabul ederlerdi. Onlara göre insan, O’nun zâtını kavramaktan âcizdir. Dolayısıyla O’na yaklaşmak ancak ruhânilerin aracılığıyla mümkün olabilir. Bu ruhanîlere ulaşmak ise, onların heykelleri olan yedi gezegenin –ki onlar dünyayı idare ederler- aracılığı gereklidir. Onlardan bir grup, bu gezegenlerin doğup battıklarını, gece gözüküp gündüz kaybolduklarını görüp her zaman bu gezegenlerle irtibat kurabilmek için sürekli gözlerinin önünde duracak olan, onları temsil eden heykellerin/putların zarurî olduğuna kanaat getirdiler. Bu putlarla gezegenlere, onlarla da ruhanîlere ulaşabilecekleri ve ruhanîlerle Allah Teâlâ’ya yakınlık sağlayacakları inancı doğdu. Bu, ilk putperestliğin ortaya çıkışıdır.[2]

Zerdüştlükten önce Farsların, hıristiyanlıktan önce de rumların tâbi olduğu din sâbiilikti. Rumların Sâbiîlerde olduğu gibi, adlarını yedi gezegenden alan yedi tane putları vardı.

Elmalılı’ya göre, Sâbiîliğin esas itibarı ile münzel bir din olması muhtemeldir. Ancak zamanla felsefî ve siyasî etkiler çerçevinde bozulma ve sapmalara uğramış ve gizlilik, bâtınîlik özelliği kazanmıştır. Sâbiîler, ilk sâbiîler ve sonraki sâbiîler olmak üzere iki kısma ayrılmaktadır. Bu iki ekolün arasında müşterek noktalar kadar, ayrıldıkları bir hayli noktalar da vardır. İlk sâbiîlik, Hindistan, eski Mısır, Suriye ve Keldânîlerin tâbi olduğu ekoldü. Eski Yunan ve Rum dinleri de bu inancın bir yansımasından ibarettir. Sonraki sâbiîler; İsrail, İran, Yunan ve Roma gibi değişik kültürlerin tesiri altında şekillenen süryânî ve Keldânî sâbiîleridir.[3]

Sâbiîler, önceleri el-Cezîre’nin kuzeyinde yayılmış bulunmakta olup merkezleri eski Harran’daydı. Dinî törenlerini süryanice olarak yaparlardı. Abbâsilerden Halife Me’mun onları takibata alarak ortadan kaldırmak istedi. Ancak, düşünce sahasındaki bazı üstün özellikleri daha sonra müsamaha görmelerine sebep olmuştur. 872 yılında meşhur bilgin Sâbit bin Kurrâ, dindaşları ile dinin esasları konusunda mücadeleye giriştiği zaman, cemaatten kovuldu ve Harran’dan ayrıldı. Bağdat’a giderek burada sâbiîliğin başka bir kolunu kurdu. Abbâsî halifelerinden el-Kahır, onlara müslüman olmaları için baskı yaptı. 11. Asırda Bağdat ve Harran’da hâlâ çok sayıda sâbiî bulunmaktaydı. 11. Asrın ortalarına doğru Harran’da sâbiîlik yok olmuştur. Bağdat’ta ise bu asrın sonuna kadar onlara tesadüf olunmakta idi. Sâbiîlerden İslâmî dönemde, ilmî sahada şöhret bulmuş pek çok bilgin yetişmiştir.[4]

İslâmî döneme kadar ulaşmış olan Harran sâbiîleri, dinler tarihiyle uğraşan İslâm âlimlerinin dikkatini çekmiş ve onların inanışları hakkındaki bilgileri derlemeye çalışmışlardır. Harran sâbiîleri, Şit ve İdris (a.s.)’e tâbi olduklarını iddia etmekteydiler. Onlar, her şeyin yaratıcısı ve mutlak hâkimi olarak Allah’ın varlığını kabul ediyorlardı. Sâbiîlere göre insanoğlunun O’nun celâl ve azametine ulaşması mümkün değildir. Bundan dolayı O’na ancak birtakım ruhânî varlıklarla yaklaşılabilir ve ibâdet edilebilir. Ruhanîler, temiz ve aziz varlıklardır. Cevher olarak, cismanî maddelerden daha mukaddestirler. Onlar, mekânda hareket ve zaman içinde değişimden münezzehtirler. Bunlara yaklaşmaya çalışılarak tevekkül edilir. Gördükleri işler açısından ruhanîler, fiilleri var etmede, onları bir bir durumdan başka bir duruma getirmede ve mahlûkatı, olgunluğun kaynağına ulaştırmada birer vâsıtadırlar. Onlar, Allah’tan kuvvet alırlar. Süflî varlıklara feyz akıtırlar.

Yedi gezegen bunların heykelleridir. Her ruhanînin özel bir heykeli ve her heykelin bir yörüngesi vardır. Ruhanînin o heykele nisbeti, ruhun cesede nisbeti gibidir. Sâbiîler, bu ruhanîlere ilâhlar, heykellere, yani gezegenlere de rabler derler. Onlar bu heykellere ibadet için –ki böylece, rablerin rabbine (Allah) ulaşabileceklerdir- onların özelliklerine göre çeşitli ibadet şekilleri tâyin ettiler. Ancak, bunlardan bir grup, ruhanîlerin heykelleri olan gezegenlerin doğup battıklarını ve gündüzleri gözükmediklerini değerlendirdiğinde onlara yakınlaşmanın ve ibadet ederek yaklaşmanın mümkün olabilmesi için, gözlerinin önünde sürekli olarak dikili duran ve onları temsil eden putlar edindiler.[5]

El-Cezîre bölgesinde yaşayan sâbiîler, yahûdi-hıristiyan karışımı bir dine sahiptiler; bunlar vaftizci Yahya hıristiyanları olarak adlandırılırlar. Kimilerine göre bunlar, bir yahûdi mezhebine mensupturlar ve Hz. İbrahim’in dinine bağlıdırlar. Bunlara mandeîler denilmekteydi. Kur’ân-ı Kerim’de; yahûdilik ve hıristiyanlıktan ayrı olarak zikredilen sâbiîler, el-Cezîre’de yahûdi-hıristiyan karışımı bir dine inanan mandeîler olmalıdır. Çünkü Harran sâbiîleri, müşrik ve putperest bir topluluk olarak ilk sâbiîlik inancına bağlı kalmayı sürdürmüşlerdir. Bunların müslümanlarca, ehl-i kitap sayılmaları için sâbiî adını almış olabilecekleri de muhtemeldir.

El-Kummî tefsirinde, İmam Rızâ’nın sâbiîler hakkında; “onlar, ne mecûsî, ne yahûdi, ne hıristiyan, ne de müslümandırlar. Onlar yıldızlara ve gök cisimlerine taparlar.” der. Sâbiîlik, bir çeşit putperestliktir. Onları diğer puta tapanlardan ayıran, yıldızların ve gezegenlerin sembolü kabul ettikleri putlara tapmalarıdır. Onlara göre, tabiattaki plan ve düzen, feleğin ve gök cisimlerinin eseridir. Bunlar, canlıdır, konuşur, duyduğu ve gördüğüne inanılır. Ruhlara büyük saygı gösterirler.[6]

--------------------------------------------------------------------

[1] Fahreddin Râzi, Tefsir-i Kebir, 3/56.

[2] İbnü’l Esîr, el-Kâmil fi’t-Târih, 1/67-68.

[3] Elmalılı Hamdi Yazır, a.g.e. 2/294-295.

[4] Şâmil İslâm Ansiklopedisi, 5/301-303.

[5] M. Hamdi Yazır, a.g.e. 2/296

[6] Tabatabâî, El-Mîzan, 1/273; Ahmed Kalkan, Kur’an-ı Kerim Kavram Tefsiri.

Konular